21 Kasım 2013 Perşembe

Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor


Ben bu şarkıyı yıllarca hiç anlayamadım. Sonra bir aydınlanma anıydı geldi.
Şimdi ben bu yazıyı sırf kendim için yazsam eminim daha güzel olur, ama şimdi buraya yazıyorum ya samimiyetimden harcıyorum sanki, daha iyileri için cebimde taş bırakıyorum.

Bugün bir çocukla konuştum; buraya ne kadar alışabileceğini hiç düşünmüyorsun dedi. Buranın dinginliğine ve rahatlığına. Şimdi ben Beşiktaş'ta bir parka gitsem adamı keserler dedi ama buradaki ormana git; bir şey olmaz. Türkiye'de ne zaman bir dinginlik görsem korkarım dedi, ne olacak diye.
Ben de ilk geldiğimde senin gibiydim, sokakta hayat yok derdim, yapacak bir şey yok, herkes binalara sıkışmış,insanlar şöyle, böyle... Buradaki ev arkadaşlarından memnun değilsen orada olsan da olmayacaktın. Ev arkadaşından kolay kolay memnun olanı da görmedim.
Almanyayı çok sevmiştim, çok güzeldi. Bütün ruhumla giden ve dönmeyen Almancıları anlamıştım.
Belki orada çok iyi notlar almam, belli sınavları geçmem, okullara başvurmam gerekmiyordu diye öyleydi, ama her şey öyle güzeldi ki. Örnek vermeyeceğim, bu yazı bir Almanya yazısı değil. 
Çocuk dedi ki, belki kabul alamamaktan korktuğun için nasılsa gideceğim, bari sevmeyeyim diyorsundur, dedi. 
Belki. 
Sonuçta burada hemen her şey bir alışma meselesi.Marketlerin düzenine alışmak, restoranlarına kokusuna alışmaktan dolaylı anlatımları bırakıp derdini doğrudan söylemeye kadar. Dönem başında bir sunum hazırlamak bir araştırma yapmak çok uzun ve yorucuydu ama şimdi daha rahatım. Ne kadar İngilizce bildiğinle ne kadar İngilizce okuyabileceğinin garantisi değil. Önemli olan ne kadar okuma yaptığın. Bir de anadilin olmadığı için daha fazla tekrar ve daha sık ara vermek gerekiyor, çalışma alışkanlıklarını bile yeniden düzenlemek gerekiyor burada.
Ve yine dedi ki; burada her şey yavaş yavaş oluyor, önce arabası olan arkadaşların oluyor, sonra araban oluyor bu sefer nereye nasıl gideceğini öğreniyorsun. Avrupa'da öyle değil, tren bu diyorlar, harita bu, sokak bu... Ama burada her şeyi yavaş yavaş elde etmen gerekiyor. Ve zaten bir yer seni zorlamıyorsa, seni açmıyorsa o zaman neden oradasın? 

Burada duyduğum en sakinleştirici cümlelerdi bunlar,
Ne hepsi geçecek, ne alışmaya bak, ne de üzülme idi. Düpedüz önümdeydi işte.
Alışamama korkusuyla, hemen alışamamanın korkusu arasında yeni bir vizyondu.

Hala daha mutsuzum burada, alışmak hala bağrımda bir yara ve hala kanıyor, ama en azından artık neremin kanadığını biliyorum. 

Belki diyorum, bir şeyleri değiştirir.







13 Kasım 2013 Çarşamba

I am a Woman Hear Me Roar



Bu şarkıyla ilgili tuhaf döngüler yaşıyorum.

70lerde yazılmış aslında, kadınların özgürleşme hareketi içinde; buradaki reklamlardan batılı kadın anlayışımızın evvelinin pek de parlak olmadığını söyleyebiliriz, ama gene de bu şarkıda bir korku var. Kadın olmak için olmak istediğimiz prensesten vazgeçme korkusu.

Nereden mi çıktı? " if I have to.."

Sindrella Kompleksi der ki, kadınlar ayaklarının üzerinde durmak ister ama  bunun sonsuza dek sürmesini istemez. Ev işlerini idare etmek iş hayatını idare etmekten kolay değil elbet hem de hiç değil ama şöyle ki iş hayatı daha rekabet dolu, daha direkt olmayı gerektiren, belki biraz daha acımasız bir hayat; ama ev hayatı her ne kadar tatilsiz, 24 saat de olsa kendi işinizin patronu ve işçisi olmanın rahatlığından pay alıyor. Hem iş dünyası kadını olduğu gibi değil erkeklere atfedilmiş özellikleriyle gördüğü zaman benimsiyor ki biz öyle kadınlara hem hayran olup hem de onları garipsemiyor muyuz?

İçimizde cidden bize o ayakkabıyla gelip bizi kurtarmasını bekleyen bir prenses var. Biz görünmek istemiyoruz.

Yalnız kadınların başarısı diye bir şeyler okumuştum,
İşte bu tam bu noktaya değiniyor, if I have to. Yapmak zorunda kalırsak en dişlisi en iyisi olabiliyoruz ama işte kalırsak; içerden içerden bu bağımsızlık korkusu bizi kemiriyor. Başarısızlık korkusu belki, belki rekabetin doğasına adapte olamamak, belki alışık olmamak ama bunu yaşıyoruz, bizim çoğunlukla mecbur kalmamız gerekiyor.

Bir de mecbur kalıp bir de bu aşamada da arada kalıp nerede durup nerede gideceğini bilemeyenlerimiz var.
Burada  bazı erkeklerin ayrımcılığı, saygısızlığı, alışkanlıkları da konu edilebilir bir noktada, kadının herhangi bir yönden metalaşması da konu edilebilir, ama ben yapmak isteyip de neden yapamadığını anlayamayanlar için konuşmak istiyorum.

Yoksa siz Kızkulesi'nde kurtarılmayı bekleyen prenseslerden misiniz?

Buradan  bu durumu değiştirmek isteyen kadınlar için, aslında bildiğimiz ama inanmadığımız şeylerle ilgili güzel açıklamalar sunan bir kadın lideri önerileriyle izleyebilirsiniz.

Sex and The City de başarılı ama yalnız kadınların hikayesi değil midir biraz da?












9 Kasım 2013 Cumartesi

Rüyâ


Şarkı başladığında rüyâya dalar gibi değil de küt diye uyanır gibi bir his veriyor...

Sonrasındaki müzik gitgide incelen bir akarsu gibi, acaba derinleşiyor mu diye düşünürken başlıyor                 "Değmeyin feryadıma figânıma değmeyin... "
Bu şarkıda güçlü bir insandan ziyade çok yalnız bir insanın çağrısı var...

                                                                                                                                                    "Garipliğim kader değil geçici gülmeyin." nedir; düştükten sonra atılan tekmelere verilen bir cevap mı?
Aşk rüyasıydı herhalde bu, aşk acısı rüyası değil. Belki bu aşkı rüya farz edersen belki acının geçmesi daha kolay olabilir ya da acı zamanların rüya farz edilebilir. İki türlü de yorumlanabilir, ben ikisini aynı anda yorumlamaktan yanayım şu an çünkü o kadar radikal çizgiler çekemiyoruz içimize, bir o taraftayız bir diğer. Biz yüreğimizin tarafında olalım da bırakalım o karar versin neyi rüya farz edeceğine..

"Eğer sevda bu demekse ben vazgeçtim beni sevmeyin." Bazen en çok sevildiklerimizce kırıldığımızın dışında en çok bu bir daha hiç kimseyi sevmeyeceğim demenin işe yaramadığını nihayetinde idrak etmiş insanın ben yapamıyorum bari siz beni sevmeyin demesinden başka da bir şey değil. Tabii arkasından gelen "bu kış da efkârlıyım, bahara Allah kerim. "deyişinden aslında kendisinin de gene de bir umut taşıdığını, aslında hepimizin taşıdığını görebiliyoruz.

Ama bu şarkıda beni en çok sarsan kısım, durun yapmayın derken olanları anlatırken ki o yavaş temponun sakinliğin birden şarkının başındaki o düşüşe vurgu yaparcasına birden hırçınlaşması. " Haydi yüreğim ha gayret, hele sıkı dur hele sabret başını eğme dik tut bu bir rüyaydı farz et."O müzik öyle dalgalanıp hırçınlaşıyor ya, kendimizi çok hırpaladığımızı düşündürüyor bana.. sanki yüreğimize destek olurken, ha gayret derken sanki biraz da zorluyoruz.Gene de insanın kendini yüreğinden ayrı koymasından iyidir, elbet iyidir ama gene de  kimi kandırabiliriz ki hem nereye kadar? "Bahara Allah kerim."

 Amerika'ya geldim geleli çok söylüyorum bu şarkıyı kendime, çünkü burası kendi kendimi eleştirerek geliştirmenin değil, kendi kendimin en büyük destekçisi olarak geliştirmenin yeri. Dışarısı yeterince zor. Feryad etme hakkına dokunulması zaten başlı başlına yeterince acı. Bu modern toplum, bütün bu hep güçlü olma zorunluluğu, ölüme bile isyan edemeyiş..Neyse konu çok dağıldı. Bu şarkı da biraz öyle. Aşk acısı, acının yaşattırılmayışı, umut ve arkasından "hele sıkı dur hele sabret." Ama kendi kendime destek olayım derken acaba kendimi hiç hırpalıyor muyum bilmiyorum, çünkü bu şarkıda bile gözükmüyor.. O dalgalı kısım öyle bir enerjiyle geliyor ve kısa sürüyor ki ne yaşattığı çok anlaşılmıyor, ama iyi geliyor bir yandan. Omzuma dokunup, " başını eğme dik tut, bu bir rüya farz et " diyorum, rüyâydı demiyorum...Çünkü benim hikayem daha bitmemiş olanlardan.






6 Kasım 2013 Çarşamba

Bulaşık Yıkarken Şarkı Söylemek

İçimden içimden şöyle bir Sertap Erener çalıyordu...Ah şişede lâl, hem de ay hilâl..Bir daha da görmedim öyle yazı...
Eve yeni geldiğim ve bardak yıkadığım düşünülürse aslında olası bir şarkıydı; ama sonra niye bu şarkıyı söylüyorum ki diye düşünmeye başlayınca içimden şarkı gitti.

Bulaşık yıkamanın içinde ritmik bir hava olduğundan mı, bizi daha bir kendi kendimize bıraktığından mı bilmiyorum ama bulaşık yıkarken şarkı söylemeyi seven bir kitle olduğu kesin.

Şarkı geri gelmeyince anılar geldi..Ne zamandır hiç aklıma gelmeyen anılar.Unuttuğumu unutacağım yerdeydiler. Onların geldiğini de fark etmek biraz zaman aldı ama o an irkildim, belki de bu şarkılar o anılar gelmesin diye geliyorlardı. Sakin bir iş, ortalama ne yaptığını biliyorsun, su sesi, ritmik bir hava..Belki de  bünyenin kendince bastırmaya çalıştığı şeyler için bir başka şeyi yerine koymasıydı. Belki de o şarkıların o unuttuğumuzu unuttuğumuz anılarla bir ilgisi vardı.

Acaba?





5 Kasım 2013 Salı

Saçlarını Yol Getir

Tabip sen elleme benim yaramı...

Hani derler ya bilgisayardan bazı dosyaları silseniz bile bazı programlarla o sildiğiniz şey geri getirilebilir diye; aynısı bazı duygular için de geçerli olmalı; şarkılar da o bazı programlar...

Benden bu ömrümü çalanı getir..Git ara bul getir..

Bir kere bile Kuzey Güney izlemişliğim yoktur, sadece 2 kardeşin hikayesi olduğunu biliyordum, türküleri güzel demişlerdi; bir dinledim, ne kadar güzel geçirmiş duyguyu.

Dili bülbül, kaşı kemanı getir lele..Get ara bul getir, saçlarını yol getir...

Ne kadar yoğun duygular içeriyormuş bu türkü...

Merhamet etmiyor gözüm yaşına..Hayatıma sebep olanı getir..

Hani bu sigara yanığı seslerin çatlak boğuk ve aynı anda duru bir havası olur; adeta öyle.

Nasıl bir öfke yağıyor türküden, nasıl...
Kabul etmem bir gün eksik olursa, benden bu ömrü çalanı getir..
Aynı zamanda bir özlem...
Kaşı bülbül, dili kemanı getir..
Güçsüzlük...
Ölür isem mezarımın başına, benden bu ömrü çalanı getir..O savunmasızlık, Lele'den isteyiş bulup getirmesini;
kendisi merhametim yoktur yaşına diyor da niye tutup kendi getirmiyor..yine bir şeyler çalar diye mi ya da diyor ya en başından sen elleme benim yarama diye, tabip değil o ancak o iyi edebilir diye mi yarasını yoksa ne yaptığını görüp kendini biraz kötü hisseder diye mi umuyor? Pişmanlık mı görmek istiyor, bu mu iyi gelecek yarasına?

Sen derman arama boşu boşuna, ölür isem mezarımın başına hayatıma sebep olanı getir...
Hani unutmadan gömmeye çalışıyoruz bazen ya da ihanete uğruyoruz o zaman geliyor bu öfke..

Gene de hayal kırıklığı sevgimizin içimizde kırılıp batıp kanatmasından başka bir işe yaramıyor. Orada işte, orada.. aynı sevgi sadece kırık biraz, bastırma bu sefer bastıran yerlerinden kanayacak..
 " Bir kor olurdu gövünüyor özümde name name iniliyor sazımda dünyayı verseler yoktur gözümde"
Gene de kimse o değil, öyle kanatırsan olacağı da başka bir şey değil.

Ona söylemek istediğimiz şeyleri kendi içimize batırıyoruz... "Sen derman arama boşu boşuna." Biz bazen biliriz de yapamayız. Korkarız..Yalan olmasından korkarız. Sevdiğimizin hiç sevmemiş olmama ihtimalinden korkarız. Kendi kırığımız başka bir şey de, onun hiç kırılmama ihtimali kadar kanatıcı değil.




Ölürüm isem mezarımın başına
Hayatıma sebep olanı getir ." Hem o gün kesin üzülür değil mi, kesin...


4 Kasım 2013 Pazartesi

Sana Değer

Yıldız Tilbe.. 1994..Flamenko Ezgileri..

Tüm yaşananlar bir bir günaha dönüşüyor zamanla; uğraşma... İlişkiler bittikten sonra hani hep o iyi şeyler hatırlama evresinden hemen önce bütün o iyi şeylerin yalan olduğunu düşünüp içimize daha bir battığı zamanlar vardır. Aslında günah deyince bile bile yapmak da giriyor işin içine.. Aslında hiç bilemiyoruz sonunu, sonrasını... sanki ilişkinin bitmesi tanrının karşısına çıkmak gibi... Yaptığın her şeyin kafada yeniden yeniden düşünülmesi, cehennem gibi yeniden yeniden yanmak, küle çevirmek ve arınıp iyi hatıralarla cennete gitmek üzere kuruluyuz... Eğer ilişki güzelse, her şeyi yapabilirsin, kavgalar gürültüler öpüşmeler fedakarlıklar virgülsüz ve sırasız yaşanıp gider. Sorgu yok hesap yok günah yok.. 
Ama bu şarkı, bu şarkı  diyor ki " geriye kalan ardından yalnızlık olsa da sana değer." çok mu ayrılık yaşamış da güvenini kaybetmiş bir ses; hayır. "çarparım ne varsa deli yel gibi, tut kollarımdan tut ki durayım." " sen öyle bela deli sev ki beni bütün yasakları yasakla." 
Yok hayır, bu bir kabulleniş değil, bu kendini önce cehenneme götürüp günahlarını karşına alıp konuşmak.. Küfür edip savmak. Olacak işte.. Zaten her ne olursa olsun kendini yargılayacaksan, zaten hep yalan dolansa bırak bari en iyisi olsun. " Her soluğunda baştan ayağa, çek beni içine orada kalayım." Çünkü ilişki bittiğinde güzel olan her şey günah olacak, olsun yani olsun.. Günah olacak diye mutlu da mı olmayacağız.. " Sen öyle bela deli sev ki beni bütün yasakları yasakla."

1 Kasım 2013 Cuma

Kolay Değil









biraz daha sarıp sarmalama beni, biraz daha dokun yalnızlığıma...
biraz daha kal da düşün yeniden..

sorsanız böyle bir şarkıcı olduğunu bile bilmezdim aslında ama sabah sabah aklıma geldi,
insanın içinde kendisinin bilmediği bir hafıza var.
ama bu yalnızlığa dokunmak, bir insanın kalbine dokunmak bunlar iz bırakan şeyler...
sarılıp sarmalandığımızda küçücük kalıyoruz değil mi?
kolay olmuyor işte, büyüdükçe...hep biraz daha sarılıp sarmalanmak istiyoruz...
yalnızlığa dokunmaksa bambaşka...
küçükken kendi küçük dünyada yalnızlık hiç yokmuş gibi. Hatta bazen insan kendi çocukluğunun ne kadar kötü olduğunu bile çocukken anlamıyor. Yalnızlık büyüdükçe farkına varılan bir şey ve bunun acısına dokunan biri, bunu anlayan biri çıktığında hele kendi yalnızlığının acısını gösteren birini bulduğumuzda vazgeçilmez oluyor. " olursa bu bir olay"

Biz cevap istemiyoruz, çözüm istemiyouz." biraz anla ne demek istediğimi" anlaşılmak istiyoruz.
Kalıp düşünmeyi hiç yapamadık ama, ayrı kalmak  korkutucu bir şey adeta...kalıp düşünmek ayrıldıktan sonra olan bir şey  ve  biz anlaşarak değil sevişerek barışıyoruz...