4 Ekim 2020 Pazar

Aynasını Arayan Prenses

Saçlarım Daha Uzunken





Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkenin birinde bir kral bir oğlu olmuş.

Şanım soyum yürüyecek diye düşünmüş kral. Davullar çalınmış, kırk gün kırk gece şölenler kurulmuş.
Oğlan azcık büyüyünce bir çocuk daha yapmışlar, ama bu sefer kız olmuş. 

Kral çok mutluymuş, onu pamuklara sarıp sarmalayacak, hep mutluluk ve huzur içinde yaşatacakmış. Ama ailenin büyükleri pek de öyle düşünmüyormuş.
Ah, prenses mi, nasıl olsa evlenip gidecek diyorlarmış. O bu aileden sayılmaz. Bize erkek çocuk gerek. 

Kralın sonradan bir çocuğu daha olmuş, yine kız. Böyle olunca büyük ağabey nasıl olsa ben tek erkek çocuğum diye har vurup harman savurmuş. Ne yapsa görmezden gelinmiş, çünkü o soyun ve ülkenin tek umudu imiş. 
Şimdi böyle olsun diyorlarmış, nasıl olsa şehzadelik uzun bir yol. O da zorlu görevlere, savaşlara gidecek, uzak diyarlarda valilikler yapacak. Bu görevlere giden ağabey sürekli başarısızlıklar göstermiş, kendini yeri gelmiş içkiye vurmuş, yeri gelmiş çok çalışmış ama hep kız kardeşlerinden destek almış. 
Kızlar da annelerinden düzgün davranmayı, temizliği, kibarlığı, çalışkanlığı öğrenmişler.
Gittikleri her yerde sarayı temsil ettiklerini asla unutmamışlar.  Her yerde düzgünlükleri ve uslulukları ile takdir toplamışlar. 

Küçük kardeş okuyup alimlerin arasına katılmaya karar vermiş.

Ortanca kardeş ise evlenip kendi yuvasını kurmak istiyormuş.
İlk aday ülkenin önde gelen vezirlerinden biriymiş. Devlet işinde pek de mahirmiş. Prenses ile nişanlanmışlar. Bu vezir sıradan bir ailenin çocuğu olarak doğmuş ama  ailesi de ondan çok beklentiler içindeymiş. Hırs ve çalışma ile kısa zamanda büyük yerlere gelmiş. 
Hep okumuş hep çalışmış.
Hiç eğlencesi yokmuş. O kadar çalışırmış ki evini hiç temiz tutamaz, kimi zaman yıkanmaya bile vakit bulamazmış.
Bir gün prenses vezirin hasta olduğunu öğrenip evine gitmiş. Bakmış ki ev pislik içinde, hemen bütün evi temizlemeye koyulmuş. Vezire de çorba ve ıhlamur yapmış. Vezir buna çok şaşırmış. Kimse demiş daha önce kimse benim için böyle bir şey yapmadı. 
Böyle demiş demesine de kendine gelince hemen tekrar çalışmaya koyulmuş. 
O günden sonra prenses evin hizmetçisi gibi olmaya başlamış. Evin düzgün olması onun için o kadar önemliymiş ki o halde bırakamıyor gelir gelmez düzenlemeye koyuluyormuş.
Vezir çalışırken onu rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor, evi düzgün tuttuğu için ondan takdir bekliyormuş.
Prenses bir yandan bu işleri yapsa da bir yandan da vezire anlam veremiyormuş. Nasıl bu kadar düzensiz ve özensiz olabiliyor diyor, onu düzeltmeye çalışıyormuş.
Vezir de prensese bakıp, bu nasıl prenses, kendisi için hiç hayali yok, hiçbir şey için çabalamıyor. Ev kimin umrunda ki?
Vezirin hırsı prensese çok bencilce gelmeye başlamış, vezir demiş etrafındaki hiç kimseyi düşünmüyor.

Artık birbirlerine tahammül edemedikleri bir yerde nişanı bozmaya karar vermişler.
Ama prensesin içi acıyormuş. Onun için o kadar şey yaptım. Kariyerinde yükselmesi için, sağlığı için ne gerekiyorsa yaptım. Neden böyle nankör?
Vezir de şöyle diyormuş, beni hiç olduğum gibi sevmedi. Bendeki güzelliği hiç görmedi. Hep eksiklerimi yüzüme vurdu. Sanki çocukmuşum gibi hep azarladı diyormuş. 

Prenses saraya dönmüş. Ama aynasına baktığında artık kendini olduğu gibi göremiyormuş. Aynada gölgeler varmış. Başka her şeye baktığında net gören gözleri kendini aynada karanlıklar içinden görmeye başlamış. 

Vezirle ilişkisi neden yürümemiş anlayamıyormuş. 
Her şeyi çok düzgün yaptım diyormuş. Ne olur geri dön. 
Prensesim ben. 
Geri dön. 
Ama vezir bir daha hiç dönmemiş.
Prenses'in o zamanlarda müzik kutusunda "şimdi ne yapar kim bilir" şarkısı çalıyormuş.
Ama vezir bunu hiç hayal edememiş. Çünkü prensesin aynası ona hiç görünmemiş. Çünkü ne onun aynasında içinde hırs olmayan hiçbir şey görünemezmiş. 





Aynadaki gölgelerde yüzünü arayan prenses bir gece rüyasında bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir Arap görmüş.

- Bu aynalarda kendini bulamayacaksın, senin görüntün uzaklarda bir su kıyısında, demiş ona.


Bu rüyayı gören prenses babasının huzuruna çıkmış. 

-Kıymetli babam, bu sarayda çok uzun kaldım. Artık bu duvarların dışındaki hayatı görmek istiyorum. Yeşillikleri, ağaçları, bahçeleri...

Kızının içten içe ne kadar üzüldüğünü bilen babası onun kız kardeşinin kuzeydeki av köşküne göndermiş. 

Günler günleri kovalamış. Prenses burada yoksul insanlara yardım ediyor, kalan zamanlarda da bahçe işlerini öğreniyormuş. İlk defa saraydan bu kadar uzaktaymış. İntizamlı davranışları, titizliği ile gittiği her yerde kendini sevdiriyormuş. 

Yine de başkentten ne zaman birileri gelse vezir mi diye düşünmeden duramıyormuş.

Bir gün yine çiçekleri budamaya giderken çağlayan bir su sesi duyup yönelmiş. 

Ufak bir şelale ile çağıldayan bir ırmakmış burası. 

Önce taşlara basmaya çekinmiş, ya ayağım kayar da düşersem diye korkmuş.

Sonra rüyasını hatırlamış. Bir hamle ile taşların üzerine sıçrayıp dengesini sağlamış.

Eğilip bakmış, suda kendisini görmüş.

Gülen gözlerini,

Gençliğini

Güzelliğini,

Uzun saçlarını...

Saçlarını...

Saçlarında yaşadıklarının yükünü görmüş. Bütün bu sıkıştığı kalıpları, uykusuz gecelerini, gölgeler içindeki aynasını. 

Gülleri budamak için taşıdığı makasla saçlarını orada kesip ırmağın akışına bırakmış.

O günden sonra eski neşesi yerine gelmiş, yine çalışkan yine düzenliymiş ama sanki ruhunda bir özgürlük kıvılcımı alev almış, küçücük için için yanmaktaymış.

Prensesin gülümsemesi yerine gelince etrafında onunla evlenmek isteyen erkekler de çoğalmış.

Bunlardan biri de başkentten aldığı ipekleri, kumaşları, zümrütleri ülkenin her yerine dağıtan zengin bir tüccarmış.

Bu tüccar gönül işlerinde pek tecrübeliymiş. İpeğin ve altının dilini bildiğinden kadınları pek iyi anlar, istediği kadının kalbini çalarmış.

Allem etmiş kallem etmiş, prensesin gönlüne girmiş. Prensese başkentten ne isterse getirirmiş.

Sırf o hasta diye işini bırakır köşke gelirmiş. Her geldiğinde elinde dünyanın bambaşka yerinden çiçekler olurmuş. 

Prenses. Alışmış. 

Dünyanın bundan sonra hep böyle döneceğini zannetmiş.

Sudaki yaprak gibi kendini akışa bırakmış.

Sonra tüccarın köşkte kalışları uzamaya başlamış, onunla davetlere gitmeye başlamış.

Prenses başka bir yüzünü görmüş tüccarın. Aslında saray nizamını hiç bilmeyişini. Bu adam nerede nasıl konuşulur, kime ne anlatılır, nasıl oturulur, nasıl kalkılır hiç bilmiyor. Sürekli kendinden söz ediyormuş. 

Kendi durumunu o kadar bilmiyormuş ki etraftaki insanların küçümseyici bakışlarını asla fark etmiyormuş.

Prenses utanmış. 

Önüne dünyaları seren bu adam kaba saba, yol yordam bilmez sığ bir satıcı imiş sadece.

Çok iyi bir tüccar olduğundan her şeyi ürününü satacak kadar öğrenmiş ama devamından haberi yokmuş.

Bu sığlık, bu eğitimsizlik prensesin ruhuna dar gelmeye başlamış.

Ama bu uzak yerde bu şımartılmalar, bu el üzerinde tutulmalardan vazgeçemiyormuş.

Bu yüzden başkente dönmeye karar vermiş, tüccarı ve kendini evinde görmek istemiş.

Bu sefer önüne gerçeğin başka bir yönü serilmiş. 

Bütün bu hediyeler, bu ilgi aslında tüccarın kendine tuttuğu bir ayna imiş. Her şeyi herkese ne kadar iyi bir aşık olduğunu göstermek için yapıyormuş, kendini vazgeçilmez kılmak istiyormuş.

Prensesin yüreğindeki zayıflığı da gördüğünden her yaptığı ile kendi aynasında kendi görüntüsü daha da büyüyormuş. 

-Benim gibisini bulamazsın, diyormuş prensese. Kimse sana bunları yapmaz. 

Prenses artık iyice ona ait gibi hissettiğinde ilgisini de azaltmış. Başka bir şehirde sürekli onunla zaman geçiren adam başkente döndüğünde günlerce aramamaya başlamış. 

Yüreğini eline alan prenses tüccarı bırakmaya karar vermiş. Tüccar çocuk gibi diretmiş. 

-Sen kim oluyorsun da beni bırakıyorsun, demiş. Prensesin özleyip ona döneceğini düşünmüş.

Ama bu hiç olmamış. Prensesin artık bu göz boyamalara karnı tokmuş ama içinde anlam veremediği bir kızgınlık varmış.

Odasındaki aynasına gelip bakmış. Ne görsün.

Ayna. Bozulmuş. Artık belirli yerlerde daha büyük belirli yerlerde daha küçük gösteriyormuş. 

Prenses artık aslında neyin ne kadar büyük olduğunu göremiyormuş. 


1. Bölümün Sonu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder