19 Şubat 2016 Cuma

Aldatılınca Dinlenecek Şarkılar




Kesinlikle içeriğinde aldatma olanlar değil.



Onlar içimizdeki sevgi yok olduktan sonra dinlenecek şarkılar, ya da artık iş intikama bindiğinde..


Beklenmedik bir aldatmanın ardından genelde gelen his, çok garip bir şekilde şöyle gelir:

Neden?
Neden ilişkimizdeki sorunlar daha önce aldatmaya neden olmadı da şimdi oldu?
Ben kötü bir sevgili miyim?
O kızda olup bende olmayan ne var?
Neden insanlar yalan söylediğinde anlayamıyorum?

En azından benim gördüğüm kimse hemen ne pislik herif falan demiyor, özellikle aldatan kişi bunu itiraf edip hele de bununla ilgili kendini kötü hissettiyse...

Acı gerçek şu ki, duygular öylece yok olmuyor. Aldatılmış olsak da o an hala o adamı seviyor oluyoruz.

Genelde böyle kısa süreli, bir iki gecelik, yapan kişinin sonradan kötü hissettiği aldatmalar için şöyle düşünürüm.

Bazen bir erkek evde güzel bir yemek olduğunu bilir, onun orada olmasından memnundur da.
Ama sokakta yürürken duyduğu kokular bazen ilgisini çeker. Taze ekmek kokusu, taze kahve kokusu...Eğer bu yemek bedava veya deneme amaçlıysa...Eve de götürme zorunluluğu yoksa erkekler bazen evdeki yemeği göz ardı edip denerler.

Böyle düşünmek iyi gelir. Genelde aldatılan arkadaşlarıma da bunu derim. Sorun sende değil. Sorun o  kızda. Hatta sevgilinde bile değil.

Şöyle tatlı bir ayıcığa vurmaya benzer bazen: yüzleşmek.
İşte aldatsa da o senin sevdiğin adam ve gene de öylece vuramazsın. Kıyamazsın.
Aldatılmanın laneti.

Öyle zamanlarda neden bilmiyorum ama Lana del Rey'in iki şarkısı bir şekilde çok faydalı oluyor.

Birisi Diet Mountain Dew birisi de This is What Makes us Girls.

Şarkının girişinde güzel mutlu günler arkasından da kız arkadaşların desteği var.
Aldatılınca yalnız kalmak iyi değil, o yüzden iyi ki yakın arkadaşlar var.




"While she starts to cry, mascara runnin' down her little Bambi eyes:
"Lana, how I hate those guys."

( Ağlamaya başladığında, maskarası küçük ceylan gözlerinden süzüldü:
" Lana, o çocuklardan nasıl da nefret ediyorum.")

Kaçımız gidip en yakınımıza, nefret ediyorum nefret demedik ki, kim nefret etmediğimizi bilip de bunu onaylamadı.

"This is what makes us girls
We all look for heaven and we put our love first
Somethin' that we'd die for, it's our curse
Don't cry about it, don't cry about it
This is what makes us girls
We don't stick together 'cause we put our love first
Don't cry about him, don't cry about him
It's all gonna happen

( Bizi kız yapan şey de budur
Cenneti arar ve önceliği aşkımıza veririz.
O uğrunda ölebileceğimiz şeye, bu bizim lanetimiz
Ağlama bunun için, ağlama bunun için
Bizi kız yapan şey de budur
Birbirimize yapışmıyoruz, çünkü aşkımıza öncelik veriyoruz
O adam için ağlama, o adam için ağlama
Bunlar hep olacak şeyler)

Evet, burada meseleyi kızlar erkekler diye ayırıp, bizim aşkımızı her şeyden önce koyduğumuzu erkeklerin bunu böyle yapmadığını söylemek de oldukça etkili tabii.
Abartmadan, o pislik için ağlama, değmezmiş demek en yakın kız arkadaşın ulvi görevidir.

O yüzden aldatılmışsak ve o an acil durum telefonlarından uzaktaysak kesinlikle bu şarkı
en yakın arkadaş yanımızda etkisi veriyor.

İkincisi,Diet Mountain Dew ise daha çelişik duyguların şarkısı:


"I'm not gonna listen to what the past says"
(Geçmişin ne dediğini dinlemeyeceğim)

...İşte geçmişteki o güzel günleri düşünmeyeceğim.
Geçmişe bakarak yaşanmaz hali..

"Take another drag, turn me to ashes
Ready for another lie"
( Bir ilaç daha, beni küle çevirsin,
Bir yalana daha hazırım)

Aslında burası hem terk edilme hem aldatılma sonrası için gayet uygun.
Drag mrag diyor ama gerek yok.
Zaten her sigara, her damla alkol hatta bazen üst üste yenen çikolatalar da aynı hissi veriyor.

Hep yanıp hem de  küle dönmek... Hem için için öfke, kıskançlık üzüntü ile yanıp her seferinde küle dönme hissi..
Küle döndükçe de..
"Ready for another lie..."
Bu aşamaya kolay gelinmiyor ama..Bayağı bir küle dönmek lazım..
Evet diyorsun, hazırım.

"Do you think we'll be in love forever?
Do you think we'll be in love?"
( Sonsuza dek aşık olacağımı düşünüyor musun
Aşık olacağımızı düşünüyor musun?)

Bu zaten bir numaralı rasyonalizasyonlardan.
İşte zaten ne kadar sürecekti? Ayrılacak mıydık? Aşkın ömrü zaten 3 yıl.. Bu sözleri dinle, sonra başınla onayla..

"Diet Mountain Dew, baby, New York City
Can we get it now, low, down and gritty?"

Ya sadece şu iki satır üzerine tek başına bir yazı yazılabilir.
Bu içeciği sanırım, sade gazoz olmasına rağmen kafein oranı çok yüksek diye seçmişti Lana Del Rey, zararsız ve şeffaf görünümünde ama çarpıyor mu diyor New York City için bilmiyorum ama konuyu dağıtmayayım, yoksa gritty ve indie ilişkisine girmek lazım.
Ama şimdi düşük ve güçlü olabilir miyiz diyor?
Aldatmaya uyarlarsak ki bu söz çok yere uyabilir.

Aldatılmanın insanı düşürdüğü bir nokta var: Low
İçine sürüklediği bir ruh hali var: down
Bir de hala seviyor olmanın ve bunu hazmedememenin verdiği bir sinir gücü var: gritty

Bir de biz diyerek içteki o özlem duygusu da katılabilir.

Hatta bazen hala beraber gibi hissedersin.

Daha açığı şöyle:

"You're no good for me, baby
You're no good for me
You're no good for me
But baby I want you, I want you"
 (Bebeğim bana hiç iyi gelmiyorsun ama seni yine de istiyorum)

İşte pişman da olsa, tek gecelik de olsa aldattı. Artık sana göre değil ama hala istiyorsun. Lanet, lanet.


Bakınız: o pis adamı neden seviyorum?

"Maybe I like this roller coaster
Maybe it keeps me high"

(Belki bu hız trenini seviyorum, 
belki kafamın hep iyi olmasını sağlıyor)



13 Şubat 2016 Cumartesi

Love Project



Dizi izlerken kızın trip attığı ya da oğlanın bilimum öküzlükler yaptığı bölümlerde ne kadar oyunculuk gerektiğini hep çok merak etmişimdir. Yani zaten o hep olan bir şey, hani sürekli  döne döne aynada kendimizi izlemekten, ön kamerada kendimizi çekmekten bıkmadığımız gibi bunlardan da bıkmıyoruz.

Ama bugün bahseceğim şey aslında şarkılara konu olmuş ama maalesef bunu yapmamanın yapmaktan daha çok işe yaradığı tek yer  televizyon dizileri olan bir konu. Tribi onaylayıp yeniden üreten Türk dizileri bu kadınları ya da erkekleri esas kaybeden olarak koyuyor ya da görmezden geliyor. Evet, sinsi-taktikçi kız tipinden ve çapkın erkek modelinden bahsediyorum.

Yani şimdi ben Trakyalıyım, bize kimse ay 2 saat sonra mesaj at, cevabın kısa olsun gibi şeyler öğretmedi ama Ankara'da adeta bu konuda uzmanlık derecesi almış tiplerle tanıştım. Tabii ben böyle şeylerin etkili olmayacağını da düşünüyordum ama bazıları için bu  resmen hayat tarzıymış ve bir şekilde bu o kadar beklendik bir hale dönmüş ki sanki ilişkinin normalı bu taktikler olmasa yaşanmayacak. Hani tokalaşmak gibi adeta...

Neydi o dizi, Acil Aşk Aranıyor'du galiba. Rojda Demirer esas oğlanın ablasını oynuyordu ve esas kıza ağabeyi için taktikler öğretiyordu. Kıskandırma, soğuk davranma vesaire...
Bu boyutta, destekli kaldıysa sorun değil ama bunu bir yaşam tarzı olarak, kişilik olarak benimseyen kadınlar cidden tehlikeli...
Pink Martini, Lily Şarkısında dışarıdan tanıtmış:

Lily comes when you stop to call her ( Lily sen onu aramayı bıraktığında gelir)
Lily runs when you look away ( Lily başka tarafa bakarsan kaçar)
Lily leaves kisses on your collar ( Lily yakana öpücükler bırakır)
Lilly.......stay! ( kal)
Bu hareketleri sadece kadınlar için tanımlamak doğru değil tabii, bunun erkek versiyonu da var. Yazının şu ana kadarki kısmının kadınlara ayrılmış olması erkeklerin bu konuda biraz daha farklı bir profil çizmesi, sinsi-taktikçi dişi tipinin erkek kısmında karşılığı çapkın erkekler.
Yani womanizer da dediğimiz kadın avcıları, nedense grup tiplerinde liderden bir sonraki kişi olarak gelip liderler kadar güçlü de olurlar.

          Dance With Devils'in Urie Sogami'sini örnek olarak koymak istedim.
          O kadar ne yapacagini biliyor ki arada Rem cikmasa cidden istedigini alırdı.
Bu tipleri "piç" dediklerimizden ( jerk de olur) ayıran şey, piçlerin daha kısa süreli, kendi eğlencesi için, pek kim olduğunu da gizlemeyerek yaşayan erkekler olmaları. Tabii, hayallerinin o karizmatik erkeğinin, sırf kendisi farklı bir kadın olduğu için, herkese öyle ama benim için değişecek inancı sabit kaldığından kendisine aşık olan kadınları da bulmak mümkün. Ne diyeyim, hangimiz sevmedik?


Piçten aşk adamı yapma hayallerimizin prensi olarak Chuck Bass

Bu çapkın adamlarınki daha derin bir şey, bir kadın onlar için bir proje. Bu erkekler asla kadınlar ne ister gibi sorunsalların içine girmezler. Cünkü zaten ne diyeceğini, nasıl yaklaşacağını bilirler.  Sevgilinden ayrıldıysan sana cidden yardım eder, oradadır. Nerede ne kadar ileri gideceğini bilir. Zaman önemli değildir, sonunda o kadın kendisine aşık olacaktır ki proje de budur. Bir erkek gerçekten hoşlanıyorsa azıcık tereddüt içinde olur, emin olamaz yani böyle gerilir ama bu çapkın erkeğimiz kolay yaklaşır. Zaten genelde en büyük ayırt edici davranışı da budur. Sinsi-taktikçi kız tipinin o arayıp sormayan halinden farklı olarak bunlar son derece ilgili, centilmen, neredeyse her haline hayran tipler gibi olup kendinizi inanılmaz iyi hissettiririler. Adeta bütün komplekslerinden arınmış romantik erkek.
Taaaa kiiiii siz onunla gerçekten ilgilenip aşık olana dek ve o an saat 12yi vurmuşçasına çapkın erkeğimiz şarkıdaki Lily'e dönüşür.
Britney Spears'in Opps! I did it again, şarkısındaki sözlerle nasıl hissettiklerini kendi ağızlarından dinleyelim:

It might seem like a crush
( çarpılmışım gibi görünebilir)
But it doesn't mean that I'm serious.
 ( ama bu ciddiyim demek değil)
'Cause to lose all my senses
 ( çünkü aklımı yitirdim)
That is just so typically me
( bu her zamanki ben)
Oh baby, baby

Opps!..I did it again
( off, yine yaptım)
İ played with your heart, got lost in the game
( duygularınla oynadım, oyunda kayboldum)
Oh baby. baby
Opps! You think I'm in love
 ( aşık oldum sandın)
That I'm sent from above
 ( adeta yukarılardan gönderilmişim gibi)
İ'm not that innocent
( o kadar da masum değilim)

Yani onlar cidden aşıklar gibi, ölüp bitiyorlar gibi duruyorlar. Çünkü kendilerine o oyuna, o bir kadını yavaş yavaş aşık etme oyununa kaptırıp kendilerini kaybediyorlar...
Ve bu oyunda her seferinde daha da ustalaşıyorlar, yani her seferinde daha güzel sevip daha da çok aşık ediyorlar...

Tabii sonra sinsi-taktikçi kadınla, çapkın erkeğin bir araya geldiği yeri görüyoruz. İşte aramazsan aradığı, Behlül'ün Bihter'e " geleceğini biliyordum" dediği yeri....
Sonra ne oluyor o asık edilmiş kişiye, cevap Lily'den geliyor:

He searched the city streets ( Şehrin sokaklarını aradı)
Hani olur da karşılaşır diye
He tempted her with treats : Onu ikramlarıyla baştan çıkardı
Bakınız: kendinden ödün vermek...
Ever since she's gone ( O gittiğinden beri)
Some days he can't go on ( bazen hayatına devam edemiyor)


Sinsi-taklitçi kadınlar bir erkeği evlenmek için seçer ya da devamını getirmek isterse nasıl bir yol izler derseniz bunu benim anlatmama gerek yok.  Marcel Proust bunu Kayıp Zamanın İzinde kitabının 1. cildi Swann'ların Tarafında öyle güzel anlatmış ki hani Odette böyle kadınların adeta ustası. İkinci kitapta belki daha detaylı anlatılıyordur ama acı bir gerçeğin hem suratınıza hem de açık kapalı tüm yaralara çarpması gibi: Odette...



Peki ya geride kalan, her şey bittikten sonra olan?
Kişi o sahteliği, oyunu anlamıyor mu?

Cem Karaca demiş ya "yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle."
Bir de Sezen Aksu o sahteliğin bile nasıl sevildiğini ve aslında sadece sevilip terk edilmiş olma hissi kandırılma hissinden baskın olduğu için öyle hissedilmediğini 4 Günlük Bir Şey şarkısı ile çok güzel anlatmış.




Şimdi çok uzak bir hatıra gibi
O yaşadığımız boynumda bilmece gibi bir düğüm
Dört kısa günden bana garip bir sizi kaldı
Bir de deli özlemin

Ben senin gözlerinin yalan dolan bakışlarını bile sevdim
Ben sana bir annenin evladığına duyduğu hisleri besledim
Ben senin bal gözlerinde
Dört kısa günde bilsen neler neler gördüm
Sahteyle gerçeğin karmaşasını
Yine de sevgini özledim.



Yaşlı kadının onu okyanusa bıraktıği yere geldik...









8 Şubat 2016 Pazartesi

Herkesin Acısı Sevgisi Kadar




Garip garip anlarda yıllarca duymadığınız şarkı sözleri aklınıza geliverir ve kendinizi o sözleri artık çok başka türlü anlarken bulursunuz.

Bu gece de bir arkadaşımla konuşurken "herkesin acısı sevgisi kadar" sözü aklıma geldi.

Çok zor, sevgiden yana az şiddetten yana bol bir hayatı olmuş ama çok sevgi dolu birisi. Ya dedim nasıl oluyor?
Sonra bu söz aklıma geldi, hep tersini düşünürdüm. Ne kadar seversen o kadar acı çekersen gibi, ama burada tam tersiydi. Onun o sevme becerisi çektiği acıdan geliyor. O kadar acı çektiği için o kadar sevebiliyor.
Tabii herkes de böyle olmuyor. Bazı acıyı çekenler o acıyı yaşattırmak için yaşıyorlar adeta.
Sonunda bir kısırdöngü kültürü ortaya çıkıyor. Acaba onu farklı yapan neydi diye düşünürken  şu cümleleri  okudum:

"Gökyüzünden dilimler içeren şu bulutlar ülkesini görüyor musun?" dedi." İlk başta insan sanır ki, en karanlık yeri, en derin yeridir gökyüzünün; ama çok geçmeden bu karanlık ve yumuşaklığın yalnızca bulutlardan oluştuğunu, tüm derinliğiyle evrenin ancak buluttan dağların saçaklarıyla fiyortlarında başlayıp sonsuzluğun içerisinde dalıp gittiğini ve bu evrende yıldızların yer aldığını anlar, görkemli yıldızların, biz insanlar için aydınlık ve düzeni simgeleyen bu alabildiğince yüce varlıkların. Dünyanın ve gizlerinin derinliği bulutların ve siyahlığın olduğu yerde değildir, derinlik aydınlıkta ve beyaztadır. Lütfen yatmadan önce pek çok yıldızla donanmış bu körfezlere ve boğazlara bir süre daha bak, bu arada kapını çalabilecek düşleri ve düşünceleri de geri çevirme." ( Boncuk Oyunu, Hermann Hesse)

Aslında olanların neden öyle olduklarını bilmek her zaman tek bir şeye bağlı değildik ama şimdilik bu beni kesti. Demek ki dedim, o bulutlardan ötesine geçebilmiş olanlardan...

Bu arada blogta adettendir deyip, Müslüm Gürses'i de buraya koyuyorum.

Ne de olsa
"Hangimiz bir vefasız için yol gözlemedi?"



 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Cats--Memories




Çağlar önceydi sanki..
O zamanlar henüz lisans öğrencisiydim. Bir şeyler zor olsa da, kendimle aram daha iyiydi.
O zaman benden yaşça büyük bir arkadaşım, Kuğulu Park'ta otururken kendimi özledim demişti.
Ne demek istediğini hiç anlayamamışım. İnsan nasıl kendinden uzaklaşabilir ki, yani hatta insanın en bırakamayacağı nereye giderse gitsin bırakamayacağı şey kendisi değil miydi?
Değilmiş.

Cats Müzikali'nin tamamını izlemedim ama çok eski müzikallerden olduğunu biliyordum. Angels in America dizisinde Al Pacino bile Cats izlemeye gitmiyor muydu?
Bu Memories parçasında da kişi hiç mutlu olmamış değil ki, aslında biliyor onu ama bie hatıra olarak. Bugünü ve o günü arasındaki farkını da biliyor. Ama yine de bir şeyin ne olduğunu bilmek onu geri getirmeye yetmiyor ki.

İnsanın o akvaryumda yaşadığı üniversite yıllarında, kendine inandığı kafasında kurduğu ve içindeki zorluklarla da olsa kendinden mutlu olduğu zamanlar var.
Arkadaşım o zamanlar çok içten bir şey söylemiş.
Okul bittikten sonra içine girdiğin yeni dünyada kendini başka bir açıdan görmeye, bazen inandığı şeylere ters davranmaya, idare etmeye çalıştıkça başka biri oluyor. Belki daha güçlü biri bile bazen. Ama öyle de olsa
İnsan kendini, o iyi niyetli toy masumiyeti özlüyor.

Müzikaldeki o pembe saçlı kedi sanki o özlenen kendilik gibi beliriyor.. Sanki geçmişim imgesi geleceğin umudu oluyor.

Daha da konuşmayayım da izleyelim.