-Feel like a brand new person,
-But you will make the same old mistakes....
- Well, I don't care, I'm in love
- Stop before it's too late
Bu Tame Impala şarkısını Rihanna ANTI albümünde yeniden yorumlamış, hem de neredeyse şarkıya hiç dokunmadan. Sanki o söylemiyor ve inanılmaz güzel. Hep birine ithafen söylenmiş şarkılardan sonra da güzel bir içe dönüş.
Sarkı kendi içinde/ içimizde sürekli çatışan iki sesi çok güzel anlatmış.
- I know you don't think it is right
I know you think it is fake
Maybe fake is what I like...
Onedio, ListeList gibi siteler sağolsun, bir şeyi derinlemesine düşünmektense genel bir şeyin alt kümelerini düşünmek artık bizim için daha kolay.
Ben de baktım blog müzik bloğundan ilişki bloğu gibi bir yere gidiyor, malum şarkıların genelde aşk üzerine yazılmış olmasından. Bir liste de benden olsun.
Böyle bir anda ortaya çıkmış, herkesin dilinde, şarkıcısı, şarkının hikayesi üzerine konuşulmuş, sonra belki hiç aklımıza gelmeyen ama dinleyince "o günler " hissi yaşatacak şarkılar...
1- Çağrı- Bir Sigara İçimlik Daha Kal
Sevdiğin yemeği ısıttım/ Yendikçe çıkar ayrılığın tadı
Sonundaki şiirine kadar bilirdik.
2- Gökçe Kırgız- Kalbime Gömerim O zaman
Hala seni seviyorsam / Sana ne anlamıyorsan....
Deyim gibi kaldı geride.
3- Koridor- Senin O Gözlerin Var Ya Her Şeyi Bitirdi
Aslında Seni Hiç Tanımamışım/ Seni Kendime Hep Yakın Sanmışım
Çok içliydi be.
4- İrem-Hayal(et) Sevgilim
Sevmesen de beni özledim sesini / Git desem de yine gitmesen
Konuşmaktan da dinlemekten de gina gelmezdi.
5- Cüneyt Ergün- Bilinmeyen Saat Uygulaması
Hiçbir vücut ısısı değiştirmiyorsa mevsim normallerini....
Ev arkadaşımın en sevdiğiydi, bu biraz daha yakın dönem olsa da
BONUS: Grup Seksendört- Ölürüm Hasretinle
Sevdiğimi Başkalarıyla Göreceksem/ Kör olsun Bu gözler / Görmeyeyim Bir Daha
Seksendört sonradan alıp yürümüş olsa da bu şarkısı zamanı içinde o kategoriye girer bence..
Ergenlikte o derin aşk kırıkları, hızlı iyileşmeleri, birini en ince huyuna kadar tanıyacak enerji sahibi olup bir yandan buna sabredemeyecek kadar da hevesli olduğumuz zamanlarda başka birini sevmek neredeyse nesnenin doğasına aitti. İstediğimizi sevebilirdik, istediğimiz an gidebilirdik. Sevmek o zamanlar o anın kendisine aitti.
Ama zamanla ' harcanan emek'le, karşıdaki insanın çayını kaç şeker içtiğini bilmekle sınırlı kalmayıp onun belki de en fazla annesinin ya da yatılı okuldaki arkadaşlarının bilebileceği şeyleri öğrendikten sonra gelen ayrılıklarla beraber...O ayrılıklardan sonra insan artık kendini yeniden birini anlatmak istemiyor, birini yeniden tanımak 'boşuna' olmasından korkma hissinden olsa gerek tanımaya sevmeye çekiniyor.
Hande Yener'in dediği gibi, o kadar şey paylaştıktan sonra olmadıysa demek ki olmayacak oluyor...
Kalp de sonsuz kırılma ve iyileşme kapasitesine sahip değil ki...
Nihayetinde o geç zamanlarda birinden hoşlanmak belki de başka türlü kıvranmalara yol açabiliyor.
Aramayacağım, sormayacağım, karşılaşmayacağım...
Görünce gerilmek, duyguların anlaşılmasından çekinmek...
Hem ne yaptığını az buçuk merak edip hem de ' ergen ' gözükmemek için aşırı havalı görünmeye çalışmak gibi...
Bu durumda sürekli bu çocuğu düşünmemek için yapılacak en doğru şey: Eski Sevgiliye Sarmak
Özellikle sizi aldattıysa, ya da bir şekilde canınızı yaktıysa belki sadece kendini kendi vicdanı önünde aklamak için yüzlerde 'neden'lerinize niçinlerinize cevap verecektir. Tabii burada eski sevgiliyi tamamen harcayıp tüketmeyi hedefliyoruz ki sonradan arkadamızdan gurursuz falan da dese, mühim değil. Olur da barışırız gibi bir ihtimal yok burada.
Hem o eski sevgililik mertebesi Sonsuza dek kalır.
Yine Hande Yener'in dediği gibi
'Ayrılık aşkın sessiz kardeşidir.'
Böyle zamanlarda insan eski sevgilisi ile nasıl olsa yeni oğlanı kıyaslayacak, belki de eski sevgiliniz size eskiden olduğundan daha iyi gözüküyordur, öyle durumlarda o adamdan neden ayrıldığınızı hatırlamak da bir fayda var, ya da belki gerçekten o doğru kişiydi de ayrılık kötü bir zaman sonucu olmuştu...
Belki de bir şeyler sinirle olmuştu, sonradan toparlanamadı... Olmazsa nasıl olsa dağılmayacaksınız, çünkü yeni çocuk va o yüzden, Özlem Tekin'in izinden gidebilirsiniz.
Bazen eski sevgili çok uzakta güzeldir, aramak daha zordur.
Ama amacımız yeni çocuğa sarmamak için eski sevgiliye sarmak olduğundan, eski sevgiliyi başkalarından sorup kendimizi Yaşar'ın
' heruzak şey gibi
Öyle yalnız hayal yalnız rayiha ve renk
Şarkı şarkı halinde kal'
şarkısına bırakabiliriz.
Biraz kafamızda bir şeyleri evirip çevirmekten sonra belki son kez birine 'seni seviyorum' demeye hazır hissedebiliriz. Ya da belki eski sevgili prizmasından geçtikten sonra yeni çocuk size olduğundan daha farklı görünür.
Terk edilmek insanın içindeki ritmi, melodiyi susturur. O yüzden bütün şarkılar, meşhur deyişle, müziğin sesini duymayanlara dans edenlerin göründüğü gibi görünür.
Bir şarkının içinizdeki boşluğa uyması, kırık hatların buzu olması maalesef mümkün değildir.
Sevmediğiniz birinin, nezaketen iyi davrandığınız birinin sizden hazzetmemesi insanın canını çok acıtmaz. Ama sevdiği, çok değer verdiği birinin kendisini sevmediğini, kendisine tahammül edemediğini bilmek insanın kendisiyle olan arasını bozacak kadar güçlü, içindeki her şarkıyı susturacak kadar sessizdir.
O yüzden biz bazen başka biri için terk edilmiş olduğumuza inanmak isteriz, bizden 'daha' fazlasına sahip birinin olması, en azından bu bizim kötü biri olmadığımızı, sadece ' şırfınti''nın birinin bize ait olanı göz boyayarak yalanlarla elinizden aldığımızı düşündürür. Çünkü en sevdiğimiz insanın bizi sevmemesi, insana kendini sevilmeye değmeyecek biri gibi hissettirebilir.
Terk edilmek bazen en ağır eğitimlerden, seyahatlerden, maddi değişiklerden daha fazla değiştirebilir kişiyi. Çünkü kişi, kusurlarıyla, kendi değeriyle başbaşa bir hesaplaşmanın çemberinden geçer,
"Çünkü aşk bir düellodur," demiş yazar, terk edilmek de kişinin kendi şapkasıyla yaptığı bir düello olsa gerek.
Aldatılmanın arkasından gelen 'neden' sorusu burada dönüp dolaşıp sürekli çıkmaz önümüze... O her şeyi çöle çeviren sessizliğin kör edici kumlarında önünü, arkasını, kendisini, sevdiğini göremeyen aşık, tek bir şey düşünür?
" Ne yapmalı?"
Arayacak mısın, aramayacak mısın, ne yazacaksın, arasan ne zaman arayacaksın...
Acaba bu bir geçiş dönemi mi, kendi içinde bir şey mi yaşıyor, kıskançlık mı, artık sevmiyor mu....
Ona göre bir karar vermek ve bir eyleme geçmek gerekir.
Bazen terk edilmek, kendi kırık bacağının üzerine bilerek basa basa yürümeyi gerektirir.
O surece yakışacak, uzerine soz söylenmeyecek tek bir isim var: Amycigimiz'den Back to Black. Baskasi kurtarmaz.
Sonra kararlar verilir, adımlar atılır...Bazen o ilişki biter....Sonra, sonra...Kişi önce içindeki sesi yeniden bulur, onu da bir gün aniden geçmişten bir şarkıyı mırıldanırken bulur, terk edilmenin şarkıları kişinin içinden, kendi tarihçesinden çıkar gelir.
'Giden aşklarımın ardından Ağlayamam ben böyle yas tutamam Her sözde her gözde şefkat aramam Kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa"
Sonra aklına gelen şarkıların, nakaratlar değil de şarkıların giriş kısmı olduğunu anlar. Terk edilmenin nakaratı olmaz, girişi olur, bazen köprüsü olur ama terk edilme en çok bilinen yerlere ait değildir.
O insanın içinde keşfettiği şarkılardan sonra, artık içindeki o buruk müziği duyduktan sonra artık terk edilme ile ilgili şarkıları dinleyebilir. Bu şarkılar genelde kişinin ne yapmalı sorusuna verdiği cevaba göre de değişecektir.
Tam bir terk edilme şarkısı olmasa da...
"Nereye uçar turnalar' şarkısı satır satır terk edilmişliği anlatıyor adeta.
Eksilmesin dudağından gülüşün, eksilse yaşamından güneş. Yüzün kararmasın gecede, gülümse düşlerinde yine. Burası ayrıldıktan sonra etrafa gülücükler saçıp, yoo hiç etkilenmedim, ben güçlü bir insanım mesajı vermeye çalışırken kendi iç sesimiz gibi. İnsan rüyalarında beraber olmaya devam edebiliyor sonuçta! Nereye uçar tunalar, nereye gider gökyüzü Alıp kanatlarını geçmişin.
Nereye gidiyor terk eden, sevilen? O anıları, güzel günleri alıp nereye gidiyor? Bizden sonraki hayatı nasıl?
Sen yıkıldın altında göğün, yandın küçük bir pervane gibi. Ah, küçük bir pervane gibi.
Işığa uçan küçük pervaneler gibi.. Pervane olsam aramamdaki ancak kendi kendine bindirdiğin bir inat gibi... Bir terk edilme daha iyi anlatılamazdı. "Kadın göğün yarısıdır' demiş yazar. Belki de ilişkide böyledir, ama terk edilince kişi sevilen kendi gökyüzünü alıp götürür sizin göğünüzü orada tutacak bir şey kalmaz, göğünüz kendi üzerinize yıkılır..
Kim götürdü bakışlarından ışığı, kim aldı gözlerinden onu? Kadehlerden yüreğine boşalan acı bir umutsuzluk, o mu? Kime söyledin derdini, kimi sevdin gizli gizli? Kimler uyandırdı içindeki kötü kırık türküleri?
Umutsuzluk: Bir daha hiç sevemeyecekmiş hissi, o bir daha geri gelmeyecek hissi, ve başka birini sevsen de yine terk edilecekmişsin hissi... Hani bir zaman dinlenen, sonra uyuyan ve böyle olayların ardından uyanan o kırık türküler...
Ölenlerin adını unutma; türkülerin, meydanların. Ah, bırakmasın onlar seni. Ne de çabuk yıktın kendini sarıldın yalanlara, boşluğa. Hey! Bak işçi tulumu giymiş umut!
Burada ölenleri gidenler olarak düzeltirsek, tabii ki unutmayacağız. Yine yazarın dediği gibi' anılarınızı yaktığınızda hatırasız bir aşk olur, ama kalbinizi yaktığınızda yaşanmamış.`
Kalbimizi yakmayacağız, güzel günlerimiz de oldu, yaşanmışlıklarımız. Öyle hemen sadece son cümlesine bakarak koca bir hikayeyi yargılamayacağız.
Hem bak umut, işçi tulumu giymiş. O sizin emeğiniz, ne olursa olsun. Sonunda umut da durduk yere bir şeyleri gerçekleştirmiyor. Her ne yapılacaksa emekle yapılacak.
İsterse uçsun turnalar, isterse gitsin gökyüzü Alıp kanatlarına bulutlarını rüzgarın
Her ne olursa olsun, Turgut Uyar'ın dediği gibi bir enkaz da olsa bazen "her şeyden biraz kalır"
İstediği yere gitsin turnalar, ama bıraktığı bir şeyler elbet var.
Ve bir gün "inanmadım asla inanamam her şeyin bir sonu olduğuna' deyip kendi yolumuza devam edeceğiz.
Onlar içimizdeki sevgi yok olduktan sonra dinlenecek şarkılar, ya da artık iş intikama bindiğinde..
Beklenmedik bir aldatmanın ardından genelde gelen his, çok garip bir şekilde şöyle gelir:
Neden?
Neden ilişkimizdeki sorunlar daha önce aldatmaya neden olmadı da şimdi oldu?
Ben kötü bir sevgili miyim?
O kızda olup bende olmayan ne var?
Neden insanlar yalan söylediğinde anlayamıyorum?
En azından benim gördüğüm kimse hemen ne pislik herif falan demiyor, özellikle aldatan kişi bunu itiraf edip hele de bununla ilgili kendini kötü hissettiyse...
Acı gerçek şu ki, duygular öylece yok olmuyor. Aldatılmış olsak da o an hala o adamı seviyor oluyoruz.
Genelde böyle kısa süreli, bir iki gecelik, yapan kişinin sonradan kötü hissettiği aldatmalar için şöyle düşünürüm.
Bazen bir erkek evde güzel bir yemek olduğunu bilir, onun orada olmasından memnundur da.
Ama sokakta yürürken duyduğu kokular bazen ilgisini çeker. Taze ekmek kokusu, taze kahve kokusu...Eğer bu yemek bedava veya deneme amaçlıysa...Eve de götürme zorunluluğu yoksa erkekler bazen evdeki yemeği göz ardı edip denerler.
Böyle düşünmek iyi gelir. Genelde aldatılan arkadaşlarıma da bunu derim. Sorun sende değil. Sorun o kızda. Hatta sevgilinde bile değil.
Şöyle tatlı bir ayıcığa vurmaya benzer bazen: yüzleşmek.
İşte aldatsa da o senin sevdiğin adam ve gene de öylece vuramazsın. Kıyamazsın.
Aldatılmanın laneti.
Öyle zamanlarda neden bilmiyorum ama Lana del Rey'in iki şarkısı bir şekilde çok faydalı oluyor.
Birisi Diet Mountain Dew birisi de This is What Makes us Girls.
Şarkının girişinde güzel mutlu günler arkasından da kız arkadaşların desteği var.
Aldatılınca yalnız kalmak iyi değil, o yüzden iyi ki yakın arkadaşlar var.
"While she starts to cry, mascara runnin' down her little Bambi eyes:
"Lana, how I hate those guys."
( Ağlamaya başladığında, maskarası küçük ceylan gözlerinden süzüldü: " Lana, o çocuklardan nasıl da nefret ediyorum.")
Kaçımız gidip en yakınımıza, nefret ediyorum nefret demedik ki, kim nefret etmediğimizi bilip de bunu onaylamadı.
"This is what makes us girls
We all look for heaven and we put our love first
Somethin' that we'd die for, it's our curse
Don't cry about it, don't cry about it
This is what makes us girls
We don't stick together 'cause we put our love first
Don't cry about him, don't cry about him
It's all gonna happen
( Bizi kız yapan şey de budur Cenneti arar ve önceliği aşkımıza veririz. O uğrunda ölebileceğimiz şeye, bu bizim lanetimiz Ağlama bunun için, ağlama bunun için Bizi kız yapan şey de budur Birbirimize yapışmıyoruz, çünkü aşkımıza öncelik veriyoruz O adam için ağlama, o adam için ağlama Bunlar hep olacak şeyler)
Evet, burada meseleyi kızlar erkekler diye ayırıp, bizim aşkımızı her şeyden önce koyduğumuzu erkeklerin bunu böyle yapmadığını söylemek de oldukça etkili tabii.
Abartmadan, o pislik için ağlama, değmezmiş demek en yakın kız arkadaşın ulvi görevidir.
O yüzden aldatılmışsak ve o an acil durum telefonlarından uzaktaysak kesinlikle bu şarkı
en yakın arkadaş yanımızda etkisi veriyor.
İkincisi,Diet Mountain Dew ise daha çelişik duyguların şarkısı:
"I'm not gonna listen to what the past says"
(Geçmişin ne dediğini dinlemeyeceğim)
...İşte geçmişteki o güzel günleri düşünmeyeceğim.
Geçmişe bakarak yaşanmaz hali..
"Take another drag, turn me to ashes
Ready for another lie"
( Bir ilaç daha, beni küle çevirsin, Bir yalana daha hazırım)
Aslında burası hem terk edilme hem aldatılma sonrası için gayet uygun.
Drag mrag diyor ama gerek yok.
Zaten her sigara, her damla alkol hatta bazen üst üste yenen çikolatalar da aynı hissi veriyor.
Hep yanıp hem de küle dönmek... Hem için için öfke, kıskançlık üzüntü ile yanıp her seferinde küle dönme hissi..
Küle döndükçe de..
"Ready for another lie..."
Bu aşamaya kolay gelinmiyor ama..Bayağı bir küle dönmek lazım..
Evet diyorsun, hazırım.
"Do you think we'll be in love forever?
Do you think we'll be in love?" ( Sonsuza dek aşık olacağımı düşünüyor musun Aşık olacağımızı düşünüyor musun?)
Bu zaten bir numaralı rasyonalizasyonlardan.
İşte zaten ne kadar sürecekti? Ayrılacak mıydık? Aşkın ömrü zaten 3 yıl.. Bu sözleri dinle, sonra başınla onayla..
"Diet Mountain Dew, baby, New York City
Can we get it now, low, down and gritty?"
Ya sadece şu iki satır üzerine tek başına bir yazı yazılabilir.
Bu içeciği sanırım, sade gazoz olmasına rağmen kafein oranı çok yüksek diye seçmişti Lana Del Rey, zararsız ve şeffaf görünümünde ama çarpıyor mu diyor New York City için bilmiyorum ama konuyu dağıtmayayım, yoksa gritty ve indie ilişkisine girmek lazım.
Ama şimdi düşük ve güçlü olabilir miyiz diyor?
Aldatmaya uyarlarsak ki bu söz çok yere uyabilir.
Aldatılmanın insanı düşürdüğü bir nokta var: Low
İçine sürüklediği bir ruh hali var: down
Bir de hala seviyor olmanın ve bunu hazmedememenin verdiği bir sinir gücü var: gritty
Bir de biz diyerek içteki o özlem duygusu da katılabilir.
Hatta bazen hala beraber gibi hissedersin.
Daha açığı şöyle:
"You're no good for me, baby
You're no good for me
You're no good for me
But baby I want you, I want you"
(Bebeğim bana hiç iyi gelmiyorsun ama seni yine de istiyorum)
İşte pişman da olsa, tek gecelik de olsa aldattı. Artık sana göre değil ama hala istiyorsun. Lanet, lanet.
Bakınız: o pis adamı neden seviyorum?
"Maybe I like this roller coaster
Maybe it keeps me high" (Belki bu hız trenini seviyorum, belki kafamın hep iyi olmasını sağlıyor)
Dizi izlerken kızın trip attığı ya da oğlanın bilimum öküzlükler yaptığı bölümlerde ne kadar oyunculuk gerektiğini hep çok merak etmişimdir. Yani zaten o hep olan bir şey, hani sürekli döne döne aynada kendimizi izlemekten, ön kamerada kendimizi çekmekten bıkmadığımız gibi bunlardan da bıkmıyoruz.
Ama bugün bahseceğim şey aslında şarkılara konu olmuş ama maalesef bunu yapmamanın yapmaktan daha çok işe yaradığı tek yer televizyon dizileri olan bir konu. Tribi onaylayıp yeniden üreten Türk dizileri bu kadınları ya da erkekleri esas kaybeden olarak koyuyor ya da görmezden geliyor. Evet, sinsi-taktikçi kız tipinden ve çapkın erkek modelinden bahsediyorum.
Yani şimdi ben Trakyalıyım, bize kimse ay 2 saat sonra mesaj at, cevabın kısa olsun gibi şeyler öğretmedi ama Ankara'da adeta bu konuda uzmanlık derecesi almış tiplerle tanıştım. Tabii ben böyle şeylerin etkili olmayacağını da düşünüyordum ama bazıları için bu resmen hayat tarzıymış ve bir şekilde bu o kadar beklendik bir hale dönmüş ki sanki ilişkinin normalı bu taktikler olmasa yaşanmayacak. Hani tokalaşmak gibi adeta...
Neydi o dizi, Acil Aşk Aranıyor'du galiba. Rojda Demirer esas oğlanın ablasını oynuyordu ve esas kıza ağabeyi için taktikler öğretiyordu. Kıskandırma, soğuk davranma vesaire...
Bu boyutta, destekli kaldıysa sorun değil ama bunu bir yaşam tarzı olarak, kişilik olarak benimseyen kadınlar cidden tehlikeli...
Pink Martini, Lily Şarkısında dışarıdan tanıtmış:
Lily comes when you stop to call her ( Lily sen onu aramayı bıraktığında gelir)
Lily runs when you look away ( Lily başka tarafa bakarsan kaçar)
Lily leaves kisses on your collar ( Lily yakana öpücükler bırakır)
Lilly.......stay! ( kal)
Bu hareketleri sadece kadınlar için tanımlamak doğru değil tabii, bunun erkek versiyonu da var. Yazının şu ana kadarki kısmının kadınlara ayrılmış olması erkeklerin bu konuda biraz daha farklı bir profil çizmesi, sinsi-taktikçi dişi tipinin erkek kısmında karşılığı çapkın erkekler.
Yani womanizer da dediğimiz kadın avcıları, nedense grup tiplerinde liderden bir sonraki kişi olarak gelip liderler kadar güçlü de olurlar.
Dance With Devils'in Urie Sogami'sini örnek olarak koymak istedim.
O kadar ne yapacagini biliyor ki arada Rem cikmasa cidden istedigini alırdı.
Bu tipleri "piç" dediklerimizden ( jerk de olur) ayıran şey, piçlerin daha kısa süreli, kendi eğlencesi için, pek kim olduğunu da gizlemeyerek yaşayan erkekler olmaları. Tabii, hayallerinin o karizmatik erkeğinin, sırf kendisi farklı bir kadın olduğu için, herkese öyle ama benim için değişecek inancı sabit kaldığından kendisine aşık olan kadınları da bulmak mümkün. Ne diyeyim, hangimiz sevmedik?
Piçten aşk adamı yapma hayallerimizin prensi olarak Chuck Bass
Bu çapkın adamlarınki daha derin bir şey, bir kadın onlar için bir proje. Bu erkekler asla kadınlar ne ister gibi sorunsalların içine girmezler. Cünkü zaten ne diyeceğini, nasıl yaklaşacağını bilirler. Sevgilinden ayrıldıysan sana cidden yardım eder, oradadır. Nerede ne kadar ileri gideceğini bilir. Zaman önemli değildir, sonunda o kadın kendisine aşık olacaktır ki proje de budur. Bir erkek gerçekten hoşlanıyorsa azıcık tereddüt içinde olur, emin olamaz yani böyle gerilir ama bu çapkın erkeğimiz kolay yaklaşır. Zaten genelde en büyük ayırt edici davranışı da budur. Sinsi-taktikçi kız tipinin o arayıp sormayan halinden farklı olarak bunlar son derece ilgili, centilmen, neredeyse her haline hayran tipler gibi olup kendinizi inanılmaz iyi hissettiririler. Adeta bütün komplekslerinden arınmış romantik erkek.
Taaaa kiiiii siz onunla gerçekten ilgilenip aşık olana dek ve o an saat 12yi vurmuşçasına çapkın erkeğimiz şarkıdaki Lily'e dönüşür.
Britney Spears'in Opps! I did it again, şarkısındaki sözlerle nasıl hissettiklerini kendi ağızlarından dinleyelim:
It might seem like a crush ( çarpılmışım gibi görünebilir)
But it doesn't mean that I'm serious. ( ama bu ciddiyim demek değil)
'Cause to lose all my senses ( çünkü aklımı yitirdim)
That is just so typically me ( bu her zamanki ben)
Oh baby, baby
Opps!..I did it again ( off, yine yaptım)
İ played with your heart, got lost in the game ( duygularınla oynadım, oyunda kayboldum)
Oh baby. baby
Opps! You think I'm in love ( aşık oldum sandın)
That I'm sent from above ( adeta yukarılardan gönderilmişim gibi)
İ'm not that innocent ( o kadar da masum değilim)
Yani onlar cidden aşıklar gibi, ölüp bitiyorlar gibi duruyorlar. Çünkü kendilerine o oyuna, o bir kadını yavaş yavaş aşık etme oyununa kaptırıp kendilerini kaybediyorlar...
Ve bu oyunda her seferinde daha da ustalaşıyorlar, yani her seferinde daha güzel sevip daha da çok aşık ediyorlar...
Tabii sonra sinsi-taktikçi kadınla, çapkın erkeğin bir araya geldiği yeri görüyoruz. İşte aramazsan aradığı, Behlül'ün Bihter'e " geleceğini biliyordum" dediği yeri....
Sonra ne oluyor o asık edilmiş kişiye, cevap Lily'den geliyor:
He searched the city streets ( Şehrin sokaklarını aradı) Hani olur da karşılaşır diye
He tempted her with treats : Onu ikramlarıyla baştan çıkardı Bakınız: kendinden ödün vermek...
Ever since she's gone ( O gittiğinden beri)
Some days he can't go on ( bazen hayatına devam edemiyor)
Sinsi-taklitçi kadınlar bir erkeği evlenmek için seçer ya da devamını getirmek isterse nasıl bir yol izler derseniz bunu benim anlatmama gerek yok. Marcel Proust bunu Kayıp Zamanın İzinde kitabının 1. cildi Swann'ların Tarafında öyle güzel anlatmış ki hani Odette böyle kadınların adeta ustası. İkinci kitapta belki daha detaylı anlatılıyordur ama acı bir gerçeğin hem suratınıza hem de açık kapalı tüm yaralara çarpması gibi: Odette...
Peki ya geride kalan, her şey bittikten sonra olan?
Kişi o sahteliği, oyunu anlamıyor mu?
Cem Karaca demiş ya "yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle."
Bir de Sezen Aksu o sahteliğin bile nasıl sevildiğini ve aslında sadece sevilip terk edilmiş olma hissi kandırılma hissinden baskın olduğu için öyle hissedilmediğini 4 Günlük Bir Şey şarkısı ile çok güzel anlatmış.
Şimdi çok uzak bir hatıra gibi
O yaşadığımız boynumda bilmece gibi bir düğüm
Dört kısa günden bana garip bir sizi kaldı
Bir de deli özlemin
Ben senin gözlerinin yalan dolan bakışlarını bile sevdim
Ben sana bir annenin evladığına duyduğu hisleri besledim
Ben senin bal gözlerinde
Dört kısa günde bilsen neler neler gördüm
Sahteyle gerçeğin karmaşasını
Yine de sevgini özledim.
Yaşlı kadının onu okyanusa bıraktıği yere geldik...
Garip garip anlarda yıllarca duymadığınız şarkı sözleri aklınıza geliverir ve kendinizi o sözleri artık çok başka türlü anlarken bulursunuz.
Bu gece de bir arkadaşımla konuşurken "herkesin acısı sevgisi kadar" sözü aklıma geldi.
Çok zor, sevgiden yana az şiddetten yana bol bir hayatı olmuş ama çok sevgi dolu birisi. Ya dedim nasıl oluyor?
Sonra bu söz aklıma geldi, hep tersini düşünürdüm. Ne kadar seversen o kadar acı çekersen gibi, ama burada tam tersiydi. Onun o sevme becerisi çektiği acıdan geliyor. O kadar acı çektiği için o kadar sevebiliyor.
Tabii herkes de böyle olmuyor. Bazı acıyı çekenler o acıyı yaşattırmak için yaşıyorlar adeta.
Sonunda bir kısırdöngü kültürü ortaya çıkıyor. Acaba onu farklı yapan neydi diye düşünürken şu cümleleri okudum:
"Gökyüzünden dilimler içeren şu bulutlar ülkesini görüyor musun?" dedi." İlk başta insan sanır ki, en karanlık yeri, en derin yeridir gökyüzünün; ama çok geçmeden bu karanlık ve yumuşaklığın yalnızca bulutlardan oluştuğunu, tüm derinliğiyle evrenin ancak buluttan dağların saçaklarıyla fiyortlarında başlayıp sonsuzluğun içerisinde dalıp gittiğini ve bu evrende yıldızların yer aldığını anlar, görkemli yıldızların, biz insanlar için aydınlık ve düzeni simgeleyen bu alabildiğince yüce varlıkların. Dünyanın ve gizlerinin derinliği bulutların ve siyahlığın olduğu yerde değildir, derinlik aydınlıkta ve beyaztadır. Lütfen yatmadan önce pek çok yıldızla donanmış bu körfezlere ve boğazlara bir süre daha bak, bu arada kapını çalabilecek düşleri ve düşünceleri de geri çevirme." ( Boncuk Oyunu, Hermann Hesse)
Aslında olanların neden öyle olduklarını bilmek her zaman tek bir şeye bağlı değildik ama şimdilik bu beni kesti. Demek ki dedim, o bulutlardan ötesine geçebilmiş olanlardan...
Bu arada blogta adettendir deyip, Müslüm Gürses'i de buraya koyuyorum.
Ne de olsa
"Hangimiz bir vefasız için yol gözlemedi?"
O zamanlar henüz lisans öğrencisiydim. Bir şeyler zor olsa da, kendimle aram daha iyiydi.
O zaman benden yaşça büyük bir arkadaşım, Kuğulu Park'ta otururken kendimi özledim demişti.
Ne demek istediğini hiç anlayamamışım. İnsan nasıl kendinden uzaklaşabilir ki, yani hatta insanın en bırakamayacağı nereye giderse gitsin bırakamayacağı şey kendisi değil miydi?
Değilmiş.
Cats Müzikali'nin tamamını izlemedim ama çok eski müzikallerden olduğunu biliyordum. Angels in America dizisinde Al Pacino bile Cats izlemeye gitmiyor muydu?
Bu Memories parçasında da kişi hiç mutlu olmamış değil ki, aslında biliyor onu ama bie hatıra olarak. Bugünü ve o günü arasındaki farkını da biliyor. Ama yine de bir şeyin ne olduğunu bilmek onu geri getirmeye yetmiyor ki.
İnsanın o akvaryumda yaşadığı üniversite yıllarında, kendine inandığı kafasında kurduğu ve içindeki zorluklarla da olsa kendinden mutlu olduğu zamanlar var.
Arkadaşım o zamanlar çok içten bir şey söylemiş.
Okul bittikten sonra içine girdiğin yeni dünyada kendini başka bir açıdan görmeye, bazen inandığı şeylere ters davranmaya, idare etmeye çalıştıkça başka biri oluyor. Belki daha güçlü biri bile bazen. Ama öyle de olsa
İnsan kendini, o iyi niyetli toy masumiyeti özlüyor.
Müzikaldeki o pembe saçlı kedi sanki o özlenen kendilik gibi beliriyor.. Sanki geçmişim imgesi geleceğin umudu oluyor.
Güzel bir mutlu aşk şarkısının ne kadar zor bulunduğunun herkes farkında değil mi?
Sevgilimize şarkı yollamak istiyorsuz, bulamıyoruz. Geçen yaz gittiğim düğünlerin hepsi İrem Derici'nin Kalbimin Tek Sahibine şarkısı ile açıldı.
Sen Eşittir Ben Demektir de, 10 çiftten 11inin şarkısıydı bir vakitler...
Neden, çünkü düzgün bir mutlu aşk şarkısı yok. Şarkıların çoğu ya ayrıldıktan sonrasına ya da geri gelmeye çalışan sevgiliye verilecek atarlar üzerine.
Bir de bol bol yalnızlık, kavuşamama...
İşte Güliz Ayla'nın son derece inandırarak söylediği bu 'senden benden bahsetmem lazım kim varsa umudunu kaybeden' şarkısı bu eksikliğe itinayla iyi geldi.
Bazı mutlu aşk şarkıları, aşkımlı çiçekli böcekli..aşk şarkısından çok sahilde güneşlenirken dinlenmek için yapılmış gibi. Bazıları aşırı cicim ayları ya da işte evlenme raddesi durumunda oluyordu.
"Seni kaybetmekle yüzleştim dün gece...
Düşüncesi bile yetti mahvolmama..."
Hah bak işte..kaybetme korkusu var, ilişki var..O kadar olan ve o kadar anlatılmamış bir şey ki..
Bir de bu " umudunu kaybeden" kısmı içime çok oturuyor. Hani ergenlikte yaşanan o aşkları, o günleri yetişkinken yaşayamıyoruz. Ona yakın hisler beslesek bile bunları açığa vurmak zayıflık gibi geliyor. Herkes canı yanmayacağı kadar seviyor. Oysa ki ne demişti Müslüm Gürses, "Herkesin acısı sevgisi kadar,". Büyüdükçe daha az acıyor, ama acıya alışmaktan değil, daha az sevmekten..
Bu şarkı, o ergenlik aşklarını özleyen ama olacağından umudunu kaybedenlere o aşkların varlığını hatırlatıyor.
Sözlerinde de dediği gibi: "Emindim aşksizlıktan." Böyle diyenlere saçlarından gözlerinden bahsetmek ve olacağına inandırmak için gelmiş gibi şarkı..Sadece sevgilisi olanlar değil o aşkı isteyenlere de hitap ediyor bu yüzden. Mutlu çift görüp sinir olma etkisi yaratmıyor.
Ha bir de "yalnızlık fihristte eski sevgili", evet arayıp sormuyoruz ama tanıyoruz, biliyoruz, ama şimdi muafız mutsuzluktan.
Hala umudu olmayanlar için Chet Baker'dan geliyor:
" They are writing songs of love, but not for me..."