Kısım 1: Four Nations
Her zaman muhteşem kararlar verebilen biri olmamdan dolayı 2 sene anime izleyemedim. Bu kadar özlemden sonra kendisine çok benzetildiğim Azula’ya olan merakıma yenik düşüp dönüşümü Avatar’la yaptım.
İlk sezondan üçüncü sezona sürekli güzelleşen bir seri. İnsan ilk sezonu sırf meraktan izliyor, öyle bir etkilenme bir iç görü hiçbir şey yok. Ama hikaye ilerledikçe insanın içine sızıyor.
İroh reisin ( keşke herkesin bir İroh amcası olsa) dört elementi ve onların insana kattığı özellikleri anlattığı bölümden de yola çıkarak biraz da etrafımdaki insanlar Avatar evreninde yaşasa kim olurdu ya da en azından hangi ulusa ait olurdu diye düşünmeye başladım.
Başlangıçta bu yazıyı yazmayı gereksiz buldum; hepimiz aynı şeyi izlemiyor muyuz ama bu birazdan anlatacaklarımı kime anlatsam pek de öyle düşünmediklerini gördüm. Hatta birine kendisinin hangi ulusa ait olduğunu bilemiyor diye kızdım. Çünkü ben böyleyimdir, bir şeyi ben anlıyorsam herkes anlıyordur. Eğer ki anlamıyor ya da çıkarsamıyorsa kesin uğraşmıyordur ya da önemsemiyordur. Başka türlüsü olamaz.
En büyük ulus, toprak. Hayatın her zorluğuna göğüs gerebilen, dayanıklı, kuvvetli insanların memleketi. Bir taşı bir toprağı bükebilmek için önce buna dayanabilmek gerekiyor. Sorunları ile yüzleşmeyi iyi bilenler iyi toprak bükücüler oluyorlar. Hayatın kimseye tamamen iyi davranmadığı ama zorlamanın binbir çeşit yolunu bildiğini düşünürsek yaşamın ta kendisi toprak halkının çokluğunu ve çeşitliğini anlatıyor.
İyi bir toprak bükücü ise zorluğu dimdik karşılayabilmesi ile beraber beklemeyi bilmesi ile de öne çıkıyor. Her şeyden önce sakin kalıp beklemeyi bilen, karşısındakine göre hareket eden, onun adımlarını gözleyen.
Köz Tiyatrocuları bölümünde kendini olduğu gibi kabul edebilen sadece Toph idi, diğerlerinin kendilerini kabul etmeleri çok kolay olmamıştı.
Toprak bükücüleri bu kadar dayanıklı yapılarının altında belki de en çok zorlayan şeylerden biri de sistemsel değişime olan dirençleri. Bir toprak bükücü malzemesi itibariyle kendisi olarak değişemez. Ateşle pişebilir ( lava da dönüşebilir), su ile yumuşayıp bataklığa dönüşebilir. Birinin acı verici süreci diğerinin içine çekerek öldüren hapsi ile bu değişimlerle baş etmek son derece korkutucu olabilir.
Toprak Kralı ve Ba Sing Se’yi düşününce bir sistem olarak toprağı daha iyi anlıyoruz. Kader, şükür, gelenek…Bütün o dışarıya kapalılık içerisinde, dışarıya her şey iyi izlenimi veriliyor. Sistem kendi kendini anarşi ile yönetiyor, kral sadece kültürel bir sembol. Toprak Krallığı iç ve dış arasındaki duvarların birçok şeyi görünmez kıldığı bir yer. Çünkü toprak içerden gizli yollar açmaya çok müsait bir doku.
Su. Değişime adapte olabilmek. Şüphesiz su bildiğimiz anlamda zekanın tanımıdır. Doğada en güçlü olmadığı halde insanın kendisini bu noktaya getirmiş olan, değişime uyum sağlayabilmesi. Su kabilesinin bu kıt olanaklarla pratik zeka gösterisini seride en çok Sokka’da görüyoruz, onun her daim bulabildiği planlarında. Suyun arıtma gücünü ise iyileştirme yeteneği olarak Kotara’da görüyoruz. Ve onda su kabilesinin en temel özelliklerinden birini daha, empatiyi de görebiliyoruz.
Bütün bu özelliklerin içerisinde su kabilesi neden kendi geleneklerine toprak gibi dışardan değil de içerden bağlı. Çünkü su doğası gereği bozulmaya yatkındır. Kendi varlıklarını korumaları, kendi kendilerini devam ettirebilmeleri için bu gelenekleri korumaları gerekir. Yoksa özelliğini kaybeder. Ve su yok olduğunda, su elde etmenin yolu ancak başkalarındaki canı tüketmekten geçer.
Hava. Şüphesiz sürekli güzümüzün önünde olsa da hakkında az şey bildiğimiz göçebeler, hava bükücüler. Nefesin gücünü anlamış, özgürlüğün dünyevi olan ile bağlarını keserek olabileceğini kavramış kimseler. Bir hava bükücü su bükücüden farklı olarak kendi varlıkları ile her durumda kendilerine yer bulabiliyorlar. Ele avuca sığmazlık da burada söz edilebilir.
Ve Aang’ın finalde gösterdiği iç savaştan da şunu anlıyoruz. Bu özgürlük belirli vazgeçişlerle olduğu kadar aynı zamanda belirli etik değerlere korkunç bir bağlılık ile geliyor.
Ve derinliği ruhaniliği en çok beklediğimiz yerde şunu da görüyoruz. Eğlence, neşe, dans. Çünkü özgürlük bu demektir. O sahip olduklarımız bizi ne kadar ağırlaştırıyor.
Ve ateş: arzu ve güç. Ateş ulusu seride korkulan bir yerde duruyor. Ayraca su, toprak ve havadan farklı olarak insanın dışardaki bir maddeyi değil kendi içindeki enerjiyi, yaşamı, öfkeyi bükmesi ile elde ettiği bir şey ateş. Kişi ancak kendi içindeki bir şeyleri kontrol ederek ateşi bükebilir. Bu yüzden irade ve arzu ateş bükmenin merkezinde. Ateş bükücüler volkanlarla dolu tehlikeli yerlerde yaşıyorlar. Gelişmişler, ilerdeler. Bir noktada herkes kendileri gibi olsun istiyorlar, ilk bakışta çok masum bir arzu gibi. Akla biraz Horkheimer’i getiriyor: “Ne var ki tamamen aydınlatılmış yeryüzü bugün muzaffer bir felaketin belirtilerini taşıyor.” Ateş bükücüler de savaşın da etkisiyle son kertede eğlenemeyen, hedef odaklı kimselere dönüşüyorlar.
Ve ateş kontrol etmesi zor doğası sebebiyle sağlam bir iç disiplin istiyor. Çünkü ısıtan ve hayat veren olduğu kadar en kolay yok eden de ateş.
Bu yazının ilk kısmı idi. Kendimce 4 ulusu bunların hikayedeki konumlanma şekillerini anlattım.Yazının ikinci kısmında bunların birbiri ile ilişkisini, gündelik yaşamda kendi gördüğüm insanlarda bu elementlerin izlerini, bana ışık tuttuğu noktalar ile Avatar’ı anlatmaya düşünüyorum.
Umarım bu yazı size de kendinize ve hayata yönelik bir kavrayış için bir kıvılcım olmuştur.
Sincerely yours,
B.