"Düşündükçe,
içimi derin bir keder kaplıyor. Çünkü o, Naoko beni sevmiyordu."
( Murakami, İmkansızın Şarkısı)
Bir ilişki en başından nasıl yanlış gider, bugün bundan bahsetmek istiyorum.
Birinden hoşlanıldığında hani o çarpılma anında insan iki turlu mahvolur. Birden kendi kusurları gözüne çok büyük görünür velev ki kendi gözünde sadece kusurlarından ibaret kalır. Karşıdaki kişi ise adeta Yunan tanrısı, asla erişilemeyecek bir noktada parlayan bir yıldız. Kusursuz.
Bu olabilecek en kötü başlangıçtır.
Kişinin benliği sanki karşıdaki kişinin ışığı altında eriyip gider. Arkadaşlarının yanındaki karizmasından eser kalmaz.
Ne kadar çabalasam da erişemem çok yüksektesin, çok
Kolayım oysa sana, benimse sana çıkan bi' yolum yok
Her yanım sen oldun, kendimi görecek gözüm yok
Bürüdün aklımı, hiç düşünemem ki, başka düşüm yok
Her yanım sen oldun, kendimi görecek gözüm yok
Bürüdün aklımı, hiç düşünemem ki, başka düşüm yok
Bu birini çok yukarı koyup kendini küçük görmek ilişkiyi birkaç şekilde mahvedebilir.
Bunlardan ilki karşıdaki kişi tarafından onaylanmayı o kadar çok ister ki kişi birisi olarak var olamaz. Böylece o parlayan güneş kişiyi sevmez, çünkü sevecek kimse yoktur, aynalarda bile insan kendini görür ama burada adeta kişi gölge olmuştur. Karşıdaki kişinin kişiliğini bile ona yansıtamaz.
İkincisi ise karşıdaki kişinin beğenisini kazanmak uğruna beni beğenmezse diye, kendisine 'cool' görünen başka bir kimlik yaratma, o kişinin sanki ışığı hiç gözlerini kör etmiyormuş sanki o parlamıyormuş gib bir tavır takınmayla her şeyin sarpa sarmasıdır. Burada kişinin sadece kendi benliğini korumak maskesiyle yaptığı şey gerçek bir ilişki oluşmasını engellemektedir. Bu durum her şey kötüye gittiğinde kişinin kendisini suçlamasına acaba içimden geldiği gibi davransaydım farklı mı olurdu hissine de neden olmaktadır. Bu durum acıyı iki katlamaktan başka işe yaramaz. Eğer gerçek benliğimi görse beni sevmez korkusu aynı zamanda gerçek benliğimi görse farklı mı olurdu hissi ile kişiyi iyi günde de kötü günde de mutsuz kılar.
Bu dengesizliğin üçüncü hali de kendisi güneş yerine konan kişinin bu güneş olma baskısıyla kendini zorlamasıdır. Bir noktada sürekli talep edilen konumda olmakta olmakta, her yanlısı büyütülmekte, sürekli mükemmel ve doğru olmaya zorlanmaktadır. Adeta güneş gibi parlamadığı bir anda artık sevilmeyeceği hissi ilişkiyi ezer.
"İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
Bir yanım öbür yanıma düşman
Sağımda kızgın kumlar gezdirdim
Solum üşüyor eski bir anıdan.
İnsan ölüyorsa acıdan olur bir gün
kendine bir daha uğrayamadığından,
koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
hatanın dönüşsüz oluşundandı" .
Birhan Keskin
Bunlar ilişkide iki kahramanın da da iyi niyetli olduğu hikayelere ait. Ama başka zamanlarda güneş zannedilenin diğer kişiyi cepte görmesi, gerçek benliğimi görürse ya da kendi değerini anlarsa korkusu ile kısıtlamaya gitmesi gibi durumlar da söz konusu. İlişkinin ilerleyen kısımlarında sevildikçe de bu dengesizlikler oluşup her şeyi bir yokuştan aşağı bırakabilmektedir.
"Seven olmak sevilenin şımarıklığından yeğdir
Sen şımardın sevildiğini anladıkça zalimleştin
Başka birine döndün bunu ben yaptım"
Bu ilişkinin bitişi de insanın içinde Kolera'nın dediği gibi "bir arabanın önüne seni itip de gittim' der gibi acılı olmaktadır. Çünkü insan sevdiğinden, kendi güneşi gözlerini kamaştıran kişiden vazgeçmek zorundadır. Çünkü bu dengesizlikle yürümek mümkün değildir.
Ve kişinin kalbi çok çok kırılmış olur.
Aradan çok yıllar geçti
Çok sular aktı
Düştüm bu hale
Eller heva hevesine düşkün
Konuştu halimi yedi mahalle
Herkes anladı
Ne yazık ki anlatamıyorum
Derdimi yare
Kalbim ellerden düştü
Oldu ciğer de pare pare
Göründüm güçlü
Düzeldim sandım
Ama hep bunalımdayım
Ne mümkün dengede durmak
Fırtınadan bir uçurumdayım
Ve kişinin kendine yeniden değer vermesi ancak o kişiyle beraber kendinde bir şeylerin değişmesi ile mümkündür. Gaye Su Akyol'a kulak verelim.
Bi' yaralı kuştum
Uçtum uçtum senden uzaklara
Bi' yaralı kuştum
Uçtum uçtum senden uzaklara
Acın içimde bıçak
Kesiyor damarlarımdan eski ben'i
Yakalandım sevda çölüne
Su ver yangınıma heyhat