18 Ocak 2015 Pazar

İnanmak mı Düşünmek mi?




Londra’nın doğusundayız, burası tarihi binaların bol olduğu bir yer, aynı zamanda değişik mimarili cam gökdelenlerin. Bir sufi meditasyonu etkinliği için oradayız. Daha önce hiç gitmemişiz ama davul çalacağımızı biliyoruz. Gittiğimiz yer bir kilisenin bahçesindeki bir oda. Önce herkes adını ve neyin kendisini buraya getirdiğini söylüyor. Sonra biraz esneyip, hmm sesleri ve derin nefeslerle başlayıp  arkasından davullarımızı elimize alıyoruz. Düğün davulu aklınıza gelmesin, ritim tutacağız bu davullarla daha çok darbukaya benziyorlar ama davul rengindeler. Herkes bir tane alıyor. Hocamız  ilk ritmimizi söylüyor ve davulla nasıl vuracağımızı gösteriyor. ": ya hu... Bu bir Fars ritmi diye de ekliyor... Orada Arapçadan İslam’dan habersiz bir sürü insan söylüyor bunu. Yoga derslerinde söylediğim şeyleri düşünüyorum, acaba onların nasıl anlamları vardı diye. Zaten çoğu yoga ve meditasyon biliyor gelenlerin, bazıları da davulun Şaman ayinlerine benzediğini düşündüğü için gelmiş...

Sonra çalmaya başlıyorum ve bakıyorum ki oluyor. Aha! ritme ayak uydurabiliyorum. Müziğin en önemli ögelerinden biri derler değil mi? Koskoca bir grubuz ve başkaları başka ritimlerde olsa da bir bütünlüğümüz var. Ve o an, düşünmeye başladığım an... çalamadığımı fark ediyorum. Başkalarının ne çaldığına bakıyorum ve o an ritmim iyice kayıyor. Sonra ritmi söylemeye başlıyorum, ve davuluma geri dönüyorum. Çıkardığım sesleri ve ritme odaklanıyorum sadece, bakıyorum ki çok güzel oluyor ve etrafa bakmayı sürdürüyorum. Bazılarının söyleyişi dikkatimi dağıtıyor, bazılarının çalışı... geçmişten bir anı geliyor ve yine bir sorgulama anı ve yine çalamıyorum. O an zihnimde bir şey beliriyor, düşünmek durmaktır. Eylemde bulunmak ise inanmayı ve yola devam etmeyi gerektirir. Sonra bu parlayan an üzerinden yeniden dönüyorum davuluma. Adeta bu doğru mu diye test etmek için...


Ne zaman bir şeyleri sorgulamaya veya geçmişe dönmeye kalksam bu andan kopuyordum ve ritmi kaybediyordum. Gözlerim açıktı ve etrafı görebiliyordum ve sonra başka sözlere başka ritimlere de geçtik, orada insanların hiç bilmediği İslami cümleler söylemesi çok garipti, zikir çeker gibi baş sallayanlar, Farsça şarkı söyleyen bir kadın, belki Arapça... Sonra dedim ki bir gözlerimi kapatayım. Ve o an... Bütün seslerin yarattığı müziği hissettiğim andı. Herkes aynı ritmi farklı hızda farklı uzunlukta ve yükseklikte söylüyordu, davul çalış da öyleydi ama gözlerim kapalıydı ve kendi davulumun çıkardığı sesi de duyabiliyordum. Kişiler yok olmuştu... Sonra yeniden bir fikir: İşte bu inanç dediğimiz şeyin ta kendisiydi, inanmak ve güven tam buradaydı. Gözlerimiz kapalı, burada, bir grubun içinde, eylem halinde... Bunu düşününce yine gitti tabii müziğim ve gözlerimi geri açtım, yeni bir şarkıya başlanmıştı, peki ya dedim hem şarkıya konsantre olup hem çalabilir miyim, bunu dinlemek ve okumak eylemleriyle ilişkilendirecektim ama tam olmadı, çünkü eğer söylemezsem ritmim çok güzel olmuyordu, belki çok alışık olmadığımdan, demek ki dinlemek de bir nevi durmaktı, ellerim davulu çalsa da ağzım söylemiyordu dinlerken ama en güzel çalışım hem davula bakıp hem söyleyip hem çaldığımda, bu tamamen davulla benim aramdaydı. Yine de söylemediğimde acaba düşünmemi durduramıyor muyum acaba dedim içimden. Bütün grubu ve ritmin tamamını hissetmem için gözlerimi kapatmam gerekiyordu. Sonra  Ay savaşçısı- Kristal'in 14. bölümünde Mamoru'nun Usagi'ye söylediği cümle geldi aklıma:


Annesi der ki Ay savaşçısına: Gümüş Kristalin (düşmanı yenecek olan Kristal) gücünü kalbin belirler, Kutsal ay kulesine bir dua sunarsan krallığımıza barış gelebilir. Usagi (Ay Savaşçısı) duasını sunmuş, gücünü düşmana doğrultmuştur ama...

Düşman çok güçlüdür ve Usagi içinden düşünmeye baslar...ve Mamoru ekler...







Evet dedim, iste önemli nokta bu inanmak kendine güvenmeyle de beraber gelir, yapabileceğine inanmayı ve gücünü ortaya koymayı... Halbuki düşünmek tereddüt ve şüphedir... Ay savaşçısı gücüne inanır, kendine inanan arkadaşlarını hatırlar ve düşmanı mühürler. Peki ya tam tersi olduğunda, kristalimiz kaybolmuşsa, çıkardığımız seslerin farkına varamayacak kadar sadece grup seslerini duyuyorsak ya da artık çıkan ses aslında baştan anlaşılmış ve inanılmış sesler değilse?



Ve yol ayrımlarında, artık gözlerimiz kapalıyken müziği duyamadığımızda, kendi sesimizden uzaklara düştüğümüzde düşünmek gerekir. Gözlerimizi açmak gerekir o an... ve çalmayı bırakmak. Bazen acı verir. Alex Andreyev'in çalışmasında olduğu gibi:



"İnsanın gözlerini gerçeğe açması bazen çok acı verebilir" adlı çalışması imiş bu. Hepimize mavi hap mı kırmızı hap mı diye sorulmuyor. Düşünsenize güvenmişsiniz, eylemde bulunmuşsunuz, artık o ritme o kadar alışmışsınız ki otomatik olmuş ve o anda gözleri açıp gerçekleri görmek ve hele bir de çalmayı bırakmak her zaman benim o uygulamada yaptığım kadar kolay değil.

Hermann Hesse ise işin düşünmek kısmı ile ilgili bambaşka bir açıdan başka bir şey söylüyor:

“İnsanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir noktaya ulaşabilir. Ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. Böyle biri bir gün gelip suda boğulur.”

Günümüz dünyası sorgulamaya, düşünmeye bir kutsallık atfediyor, ve inanç neredeyse dışlanan bir şey, yanında güveni de sürüklüyor. Sonuçta bu dünya sorgulamaya bir son nokta koymuyor. Sürekli  bir durma hali, bir tereddüt içinde kalan insan; yalnız, güvensiz ve mutsuz. "Söz altınsa sükût intihardır," demişler. Onlar bu bağlamda söylemeseler de  diyorum: inancın gerektiği yerde şüphe, bir nevi intihar getirir. Sonra buna yıllar sonra yarım bırakılmış işlerin akılda kalması denir, yapılmamış şeyin pişmanlığı denir... Kendi gücünü ortaya tam koyamayıp, elinden gelenin ne olduğunu bilememek denir. Ne inanmak ne de düşünmek birbirinden üstün değil. Aslolan müziği duyabilmek ve ritmimizi takip ederek çalabilmek. Müziği, ritmi duyamadığımız yerde gözlerimizi açıp gerekirse çalmayı bırakabilmek, duyduğumuz yerde ise inanmak ve çalmaya devam etmek ve orada olmak...


Bazı filmler gözleri başka bir dünyaya açmanın ne kadar önemli olduğunu ve bazı açılışlar için bazı kapanışların gerekli olduğunu, benim söylediğim argümanla ama zıt bir yönle  söylemiştir. Aklımda en çok kalan örnekle yazımı bitiriyorum.