Londra’nın
doğusundayız, burası tarihi binaların bol olduğu bir yer, aynı zamanda değişik
mimarili cam gökdelenlerin. Bir sufi meditasyonu etkinliği için oradayız. Daha
önce hiç gitmemişiz ama davul çalacağımızı biliyoruz. Gittiğimiz yer bir
kilisenin bahçesindeki bir oda. Önce herkes adını ve neyin kendisini buraya
getirdiğini söylüyor. Sonra biraz esneyip, hmm sesleri ve derin nefeslerle başlayıp
arkasından davullarımızı elimize alıyoruz. Düğün davulu aklınıza
gelmesin, ritim tutacağız bu davullarla daha çok darbukaya benziyorlar ama
davul rengindeler. Herkes bir tane alıyor. Hocamız ilk ritmimizi söylüyor
ve davulla nasıl vuracağımızı gösteriyor. ": ya hu... Bu bir Fars ritmi
diye de ekliyor... Orada Arapçadan İslam’dan habersiz bir sürü insan söylüyor
bunu. Yoga derslerinde söylediğim şeyleri düşünüyorum, acaba onların nasıl
anlamları vardı diye. Zaten çoğu yoga ve meditasyon biliyor gelenlerin,
bazıları da davulun Şaman ayinlerine
benzediğini düşündüğü için gelmiş...
Sonra çalmaya
başlıyorum ve bakıyorum ki oluyor. Aha! ritme ayak uydurabiliyorum. Müziğin en
önemli ögelerinden biri derler değil mi? Koskoca bir grubuz ve başkaları başka ritimlerde
olsa da bir bütünlüğümüz var. Ve o an, düşünmeye başladığım an... çalamadığımı
fark ediyorum. Başkalarının ne çaldığına bakıyorum ve o an ritmim iyice
kayıyor. Sonra ritmi söylemeye başlıyorum, ve davuluma geri dönüyorum.
Çıkardığım sesleri ve ritme odaklanıyorum sadece, bakıyorum ki çok güzel oluyor
ve etrafa bakmayı sürdürüyorum. Bazılarının söyleyişi dikkatimi dağıtıyor,
bazılarının çalışı... geçmişten bir anı geliyor ve yine bir sorgulama anı ve
yine çalamıyorum. O an zihnimde bir şey beliriyor, düşünmek durmaktır. Eylemde
bulunmak ise inanmayı ve yola devam etmeyi gerektirir. Sonra bu parlayan an
üzerinden yeniden dönüyorum davuluma. Adeta bu doğru mu diye test etmek için...
Ne zaman bir
şeyleri sorgulamaya veya geçmişe dönmeye kalksam bu andan kopuyordum ve ritmi
kaybediyordum. Gözlerim açıktı ve etrafı görebiliyordum ve sonra başka sözlere
başka ritimlere de geçtik, orada insanların hiç bilmediği İslami cümleler
söylemesi çok garipti, zikir çeker gibi baş sallayanlar, Farsça şarkı söyleyen
bir kadın, belki Arapça... Sonra dedim ki bir gözlerimi kapatayım. Ve o an... Bütün
seslerin yarattığı müziği hissettiğim andı. Herkes aynı ritmi farklı hızda
farklı uzunlukta ve yükseklikte söylüyordu, davul çalış da öyleydi ama gözlerim
kapalıydı ve kendi davulumun çıkardığı sesi de duyabiliyordum. Kişiler yok
olmuştu... Sonra yeniden bir fikir: İşte bu inanç dediğimiz şeyin ta
kendisiydi, inanmak ve güven tam buradaydı. Gözlerimiz kapalı, burada, bir
grubun içinde, eylem halinde... Bunu düşününce yine gitti tabii müziğim ve
gözlerimi geri açtım, yeni bir şarkıya başlanmıştı, peki ya dedim hem şarkıya
konsantre olup hem çalabilir miyim, bunu dinlemek ve okumak eylemleriyle
ilişkilendirecektim ama tam olmadı, çünkü eğer söylemezsem ritmim çok güzel
olmuyordu, belki çok alışık olmadığımdan, demek ki dinlemek de bir nevi
durmaktı, ellerim davulu çalsa da ağzım söylemiyordu dinlerken ama en güzel
çalışım hem davula bakıp hem söyleyip hem çaldığımda, bu tamamen davulla benim
aramdaydı. Yine de söylemediğimde acaba düşünmemi durduramıyor muyum acaba
dedim içimden. Bütün grubu ve ritmin tamamını hissetmem için gözlerimi kapatmam
gerekiyordu. Sonra Ay savaşçısı- Kristal'in 14. bölümünde Mamoru'nun
Usagi'ye söylediği cümle geldi aklıma:
Düşman çok güçlüdür
ve Usagi içinden düşünmeye baslar...ve Mamoru ekler...
Evet dedim, iste
önemli nokta bu inanmak kendine güvenmeyle de beraber gelir, yapabileceğine
inanmayı ve gücünü ortaya koymayı... Halbuki düşünmek tereddüt ve şüphedir...
Ay savaşçısı gücüne inanır, kendine inanan arkadaşlarını hatırlar ve düşmanı
mühürler. Peki ya tam tersi olduğunda, kristalimiz kaybolmuşsa, çıkardığımız
seslerin farkına varamayacak kadar sadece grup seslerini duyuyorsak ya da artık
çıkan ses aslında baştan anlaşılmış ve inanılmış sesler değilse?
Ve yol
ayrımlarında, artık gözlerimiz kapalıyken müziği duyamadığımızda, kendi
sesimizden uzaklara düştüğümüzde düşünmek gerekir. Gözlerimizi açmak gerekir o
an... ve çalmayı bırakmak. Bazen acı verir. Alex Andreyev'in çalışmasında
olduğu gibi:
"İnsanın
gözlerini gerçeğe açması bazen çok acı verebilir" adlı çalışması imiş bu.
Hepimize mavi hap mı kırmızı hap mı diye sorulmuyor. Düşünsenize güvenmişsiniz,
eylemde bulunmuşsunuz, artık o ritme o kadar alışmışsınız ki otomatik olmuş ve
o anda gözleri açıp gerçekleri görmek ve hele bir de çalmayı bırakmak her zaman
benim o uygulamada yaptığım kadar kolay değil.
Hermann Hesse ise
işin düşünmek kısmı ile ilgili bambaşka bir açıdan başka bir şey söylüyor:
“İnsanların büyük
çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. Yüzmek istememeleri doğal, çünkü
karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. Ve düşünmek istememeleri de
doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! Evet, kim
düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir
noktaya ulaşabilir. Ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. Böyle biri
bir gün gelip suda boğulur.”
Günümüz dünyası
sorgulamaya, düşünmeye bir kutsallık atfediyor, ve inanç neredeyse dışlanan bir
şey, yanında güveni de sürüklüyor. Sonuçta bu dünya sorgulamaya bir son nokta
koymuyor. Sürekli bir durma hali, bir tereddüt içinde kalan insan;
yalnız, güvensiz ve mutsuz. "Söz altınsa sükût intihardır,"
demişler. Onlar bu bağlamda söylemeseler de diyorum: inancın gerektiği
yerde şüphe, bir nevi intihar getirir. Sonra buna yıllar sonra yarım bırakılmış
işlerin akılda kalması denir, yapılmamış şeyin pişmanlığı denir... Kendi gücünü
ortaya tam koyamayıp, elinden gelenin ne olduğunu bilememek denir. Ne inanmak
ne de düşünmek birbirinden üstün değil. Aslolan müziği duyabilmek ve ritmimizi
takip ederek çalabilmek. Müziği, ritmi duyamadığımız yerde gözlerimizi açıp
gerekirse çalmayı bırakabilmek, duyduğumuz yerde ise inanmak ve çalmaya devam
etmek ve orada olmak...
Bazı filmler
gözleri başka bir dünyaya açmanın ne kadar önemli olduğunu ve bazı açılışlar
için bazı kapanışların gerekli olduğunu, benim söylediğim argümanla ama zıt bir
yönle söylemiştir. Aklımda en çok kalan örnekle yazımı bitiriyorum.